Öteki hayat
Belki ‘gerçek hayat’ demeliydim. Fakat, ‘gerçek hayat’ özel isim oldu. Bu yüzden ‘öteki’yi tercih ettim.
‘Öteki’ daha ‘az görünür’ olması sebebiyle uygun olur diye düşündüm.
Biz bugünlerde ağır bir imtihan geçiriyoruz.
Sosyal veya siyasi bir meseleden bahsetmiyorum. Başka türlü.
Berat Kardeşim’in ve gelinimiz Ülkü Hanım’ın oğulları, Rana ve Dilara’nın kardeşleri Ahmetçik, 7. Kattan düştü ve öldü.
Bu, bir insanın, bir ailenin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri.
Allah kimseye vermesin, dosta, düşmana, kimseye göstermesin.
Ahmetçik, 6 yaşındaydı. Güzel bir çocuktu. Kelimenin tam anlamıyla sabi.
Böyle olunca, insan daha derinden sarsılıyor. Acı, daha derinleri yakıyor.
Duyar duymaz koştuk.
Babam, kardeşlerim, yollara düştüler. Babam ve iki kızkardeşim Samsun’daydı. Bir kızkardeşim de Kayseri’de. Ne yapalım, hayat dağıttı bizi.
Anneciğim rahmete gidince biraz daha dağıldık.
Babam, ocağımızı tüttürüyor. Tespihin imamesi gibi. Biz, vesileler bularak babamın etrafında toplanmaya çalışıyoruz.
İşte öyle, şu koca alemin içinde, ufacık bir aileyiz.
Bu defa Ahmet’in ölümü topladı bizi.
Gebze’de, Berat’ın evinde biraraya geldik.
Ailece, birbirimize yaslandık. Birbirimize omuz verdik.
Beratçığımla hemhal olduk. Birbirimizi, acımızdan tutmaya çalıştık.
‘Ateş düştüğü yeri yakar’ derler.
Etrafını da yakıyor. Ama muhakkak, düştüğü yeri daha fena yakıyor.
Bir babanın oğlunu toprağa vermesi büyük hadisedir.
Beni en çok o an hırpaladı.
Berat’ın Ahmetçiği küçücük kabrine koyduğu an.
Berat doğduğu zaman ben orta bire gidiyordum. Babam müftü olarak Lüleburgaz’a tayin olmuştu. İstanbul’daydık. Lüleburgaz’a birkaç gün önce taşınmıştık.
Berat, o hengamede, İstanbul’da doğdu. Lüleburgaz’a annemin kucağında geldi.
Çocukken de, büyüdüğünde de, kendine has espriler üretmeyi beceren, zekası kıvrak, yüzü güleç bir çocuktu.
Daha çok kendi çabasıyla varolmaya, ayakta durmaya çalıştı.
Bir süre imam-hatiplik yaptı. Arap dili okudu. Üniversiteyi bitirdikten sonra Arapça öğretmeni oldu. Şimdi de akademik çalışmaları var.
Tertemiz bir adamdır.
Kötülük yapmaz. İyiliğinden, güzelliğinden başka bir haline şahit değilim.
Rahmetli Osman Dayımın onun için “Dosdoğru cennete gidecek” dediğini hatırlıyorum.
İşte, o anda, Berat, Ahmet’i kabre koyarken, Berat’ın çocukluğundan bugüne ne yaşadıysak, acı-tatlı, koca bir hayat, gözlerimin önünden geçti.
Acılar, insanı olgunlaştırırmış.
Benim gözümde bir tarafıyla hala çocuk olan Berat’ın sanki reşid oluşuna, kemale erişine tanık oldum.
Bu acılı günlerde bir şey daha gördüm. Bu gördüğüm, benim için hem ümit hem teselli vesilesiydi.
Biz, Gebze’de, Emlak Konutları’ndaki bir sitede, Berat’ın oturduğu apartmanın giriş kapısının çaprazında otururken, zemin kattaki komşu bize tepsi tepsi çay taşıdı.
Eşi, yemekler yaptı, bize, gelip giden konuklara ikram ettiler.
Adama ne kadar gıpta ettim.
Beratla konuştuk sonradan, o komşusuyla ‘merhaba’dan öteye geçen özel bir yakınlığı yok.
Komşuluk yapıyor adam.
(Şimdi artık çok yakın oldular, kardeş gibi.)
Sadece o değil.
Şimdi ben adlarını nasıl bileyim? Soramıyorum da.
Her şeyle zerre kadar yüksünmeden güzel güzel ilgilenen, her işe, her derde koşan, her yükü paylaşan komşular, mahalleliler, arkadaşlar, dostlar.
Acının yıktığı yeri sanki bu güzel insanlar onarıyor.
Hepsinden Allah razı olsun.
Benim, kötülüğün galip gelmeyeceğine dair itikadımın bir sebebi de işte budur.
Dünya sahnesinde hangi kötülükler dönerse dönsün. Onların, o artistlerin, o şaklabanların erişemeyeceği yerlerde iyiler ve iyilikler var.
İki hayat da devam ediyor. İkisi de bir yere varacak.
İyiliğin sonu iyi, kötülüğün sonu kötü olacak.
Gündem dolu, biliyorum. Yazacak çok şey var.
Fakat, bu yazı, beni kendini yazmaya icbar etti.
Bu arada, bir çok dostumuz, arkadaşımız, yakınımız bizzat cenazemize iştirak ederek, bir çokları telefonla arayarak, mesajlar göndererek acımızı paylaştılar.
Hepsine ayrı ayrı cevap vermek istesem de başaramayabilirim.
Bilvesile, hepsine teşekkür ediyorum.
Biz birbirimize muhtacız ve şu acılı hayatın güzel taraflarından biri bu.