Mardin Ramazan’da niçin daha güzel?
“Mardo, düşmiyesen!”
Bir kolaylık, ‘Mardo.’ Çocuğun ismi falan değil. ‘Mardinli’ deme külfetine katlanmamak için. Harf tasarruf etmek için böyle söylüyor.
Hüsamettin yerine Hüso, Cemalettin yerine Cemo, Abdullah yerine Apo der gibi.
Böyle kısaltmaları her millet kendi usulünce yapıyor.
Diyarbakır’da, Kurdoğlu Kışlası’nın içinde bir top sahası vardı. Tel örgüler döküktü orada. Giriş serbestti. Her gün top oynardık.
Bazen askerler kovalardı bizi. Nadiren. Pürüz bir subayın nöbetidir. Yoksa niye kovalasınlar?
“Mardo, düşmiyesen!”
Der demez düştü Mardo.
Tamamen tesadüf. Ayağı topa dolaştı.
Mardo, o anda düşmeseydi bu cümle kırk küsur sene hatırımda kalmazdı.
Güzel yıllardı. Babam yedeksubay. Ben Mehmetçik’te okuyorum. Her sabah ‘Mehmetçige gidiyıh.’
Ben de, Necmettin Başçavuş’un oğlu Osman da Diyarbakır aksanıyla konuşuyoruz.
Çocuğuz, farkında değiliz, meğer Kürtçe yasak. Ama insanlar aralarında Kürtçe konuşuyor.
Yasak olmasaydı Kürtçe? O zaman ve hiçbir zaman yasak olmasaydı? Okumak, yazmak, konuşmak...
Hiç kan dökülmeseydi. Hiç ocak sönmeseydi.
Devlet müşfik olsaydı. Mahkeme duvarı ve kolluk dağıttığı kadar, merhamet de dağıtsaydı.
Mardo, nereden dolandı dilime?
Mardin’deydik geçen hafta. Ülke TV’deki ‘En Sıradışı’nı orada yaptık.
Nereden icap etti?
Buralarda yer yer evler, duvarlar yıkık, yer yer gönüller yıkık.
Bir gönül onarma yöntemi olarak, Hükümet, buralardaki bazı şehir ve kasabaları, Türkiye’nin batısındaki nispeten daha geniş imkanlara şehirlerle kardeş yapmış.
Kocaeli’nin Darıca ilçesi ile Mardin’in Savur ilçesi bu münasebetle ‘kardeş’ olmuş.
Darıca Belediyesi, Savur’daki iftar programına En Sıradışı’nı davet etti.
Doğrusu, Darıca Belediye Başkanı Şükrü Karabacak iş yapmasını, sorun çözmesini bilen bir siyasetçi. Şöyle diyeyim: Yeni köprüyü yapmadan eski köprüyü yıkmaz. Savur, bu açıdan talihli.
Savur’da gençler futbol sahası istiyormuş. Şükrü Bey “Stadyumun, spor kompleksinin projesi bakanlıkta” diyor. “Spor Bakanımız (Çağatay Kılıç) imzaları atsın, tamam.”
Başka projeler de var. Allah yardımcıları olsun.
Mardin’i özlemiştim. Şimdi nasıldır diye merak da ediyordum.
“Komünistler bile eski şehirlerinin dokusunu korumuş, biz koruyamıyoruz” deriz ya.
Eski şehrin dokusunu korumayı eni konu başardığımız şehirlerimizden biri Mardin.
Asayiş?
İyi sayılır. Otelden şehre gittiğim taksici diyor ki, “Mardin’de terör namına tek kurşun atılmadı.”
Mardin’de şehirlilerin, esnafın lisanı Arapça’dır. Türkçelerinde Arap ve Türkmen havası vardır. Benim çok hoşuma gider.
Bazen, sanki Hamit Can konuşuyor.
Özledim Hamit’i. Hamit’le saatler süren yürüyüşlerimizi.
‘Derbesiye Günleri’nde Hamit Can’ın lisanı ve kalbi var. Biraz meşk etmeli... (Erguvan Yayınevi.)
Ahali sokakta dolaşıyor.
Dolaşıyor ama, alışveriş zayıf. Anladığım, dışarıdan gelen ziyaretçiler azalmış.
Mardin’de terörün kendisi yoksa da şöhreti tesir ediyor. Bir çaresini bulmak lazım.
Biz iftarı Savur’da ettik. Mardin’de de Vali Mustafa Yaman’ın halkın arasına karıştığı iftarlar yapılıyormuş.
(Vali Mustafa Yaman için küçük bir parantez: Etrafını gören bir bürokrat. İnisiyatif kullanabiliyor. Gökten işaret beklemiyor. Fetö mikrobunun panzehiri gibi bir adam. ‘Öteki’ni ötekileştirmeyen, ‘öteki’nin derdine de çare olabilen bir idari tarzı var.)
Mardin’de –ve bölgenin bir çok şehrinde- belediyeler kayyımla yönetiliyor. Matlup olan bu değil. Fevkalade şartlar böyle bir tedbiri icbar ediyor.
Geçmesi lazım. Şefkat ve merhametin hükümran olması lazım.
Mardin’i küçültmüşsün Savur olmuş. Mimarisi zarif. Nakış gibi işlenebilir. Harika olur.
Aşağı yukarı bin kişi var Savur’un iftarında.
Bir dostluk, bir aile havası.
Ben, esnaftan alış veriş edeyim diye, tatlı falan aldım, yandaki kahveden çay söyledim.
Para vermek istiyordum.
“Abe (Ağabey) siz misafirsiniz.”
Dediler, almadılar.
Başkan Karabacak’la biraz konuştuk. Bu faaliyetler sırasında Salur esnafının cebine de üç beş kuruş girse iyi olur.
‘Ağabey’lik kolay değil!
Mardin dört mevsim güzel. Ama Ramazan’da ayrı güzel. İftar, İstanbul’a göre bir saat erken oluyor.
Her giden istifade edebilir!