Kültürde niye yaya kaldık?
Bizler yoksuluz. Anamızdan, babamızdan veya Mısır’daki halamızdan araziler, binalar tevarüs etmedik.
Ya rençber olduk, ya amele, ya memur, ya tezgahtar.
Memleketin ahvali düzeldikçe, kabiliyetimiz ölçüsünde, bazen dikey, bazen yatay geçişler yaptık.
Rençberlikten devlet memurluğuna, amelelikten taşeronluğa, tezgahtarlıktan küçük esnaflığa süluk ettik.
İstisnalarımız vardı. Fakat, ne istisna! Binde bir mi, on binde bir mi, yüz binde bir mi Allah bilir.
Bu hal içinde, hangi sanatla, hangi kültürle ne kadar iştigal edebilirdik?
Ne bestekar dedemiz var, ne ressam babamız, ne piyanist teyzemiz.
Teybimiz varsa, türkü dinleriz. Yoksa, kendimiz söyleriz.
Şansımız yaver giderse, inşaatta türkü söylerken yoldan geçen bir gazinocu bizi keşfedebilir!
Yoksul, fakat içine doğduğu ‘zindan’dan çıkılabileceğini düşünebilecek kadar cesur olanlarımız… (Buradaki ‘zindan’ Ali Şeriati’nin bahsettiği zindandır.) Onlar da tek tük… Cesaret ettiler, şiir yazdılar. Cesaret ettiler hikaye yazdılar. Cesaret ettiler, çizdiler. Hatta film çevirdiler.
Bu istisnai çabalarla, bir müktesebat oluştu.
(Devlet, o sıralar, başka türlü bir kültürü teşvik ediyordu. Onun da faydasını inkar edemeyiz.)
13-14 yıl öncesine, yani AK Parti’nin iktidara gelişine kadar durumumuz buydu.
Köre, “Gözlerin açılsa ne yapardın” demişler, “Koşardım” demiş.
Bu müktesebatı var eden topluluk, yüz yıllık kıtlıktan sonra kendisine yakın bir iktidar gelince, koşmalı değil miydi?
Koşsa, iyi olurdu. Fakat koşamadı.
En azından İbn Haldun’dan beri bilinir, bu kültür sanat işleri, ‘sultan’ların himayesiyle neşv ü nema bulabilir.
Kültür Bakanlığı diye bir bakanlığımız var.
Bakanlık, tek başına böyle bir meselenin altından kalkamaz. Belki, birtakım politikalar birtakım teşvikler getirebilir. O kadar.
Biz, henüz o kadarını başarmaya teşebbüs ettiğimizi bile söyleyemeyiz.
Bu, bir zihniyet meselesi.
Toplumun her tarafında kendisini hissettirmesi gereken bir zihniyet.
Salt Kültür Bakanlığı’nı değil, bütün bakanlıkları ilgilendirir.
Belediyeler, TRT, gözümüzün önünde.
Neyi teşvik ediyorlar?
Ben, belediye faaliyeti olarak sahnelenmiş birkaç piyesi seyretme gafletinde bulundum.
Fecaat.
TRT’nin filmleri, dizileri?
İçlerinde iyileri var. Fakat çoğu, bırakın seyretmeyi, senaryosunu yazmak için bile zeka lazım olmayan, vasatın çok altında sözüm ona sanat mamulleri.
Seyrettikçe salaklaşırsınız.
Özel kanallar hakeza…
Acaba, ürünlerin kifayetsizliği, ürünlerin muhatap olduğu beğeninin yeterli evsafa sahip olmamasından mı?
Sorumluluk, birkaç müessesenin üstüne yıkılamaz. Hepimizi ilgilendiriyor.
Mesela zenginlerimiz.
Allah’ın kendilerine verdiği rızkın ne kadarını, insanların imarına hizmet edecek ilim, sanat, kültür alanlarına tahsis ediyorlar?
Be adamlar, devlet bu masrafların çoğunu vergiden düşüyor. Bari devletin kesesinden cimrilik yapmayın!
(Ah! Çoğu FETÖ’ye veriyordu. Hebaen mensura!*)
Paralı kamu kuruluşları veya sivil toplum… Hadi isim zikredeyim, devlet bankaları, Telekom, TOBB, vesaire…
Sanata, kültüre, ne veriyorsunuz?
Sonra biz, yazarlar, çizerler, politikacılar, vatandaşlar…
Marifet, iltifata tabidir derler. Neye iltifat ediyoruz?
Gürültüye mi? Slogana mı? Goygoyculuğa mı? Seviyesizliğe mi?
Hangisi bizi heyecanlandırıyor? Hangisini daha çok konuşuyor, tartışıyoruz?
Herkes, kendi muhasebesini yapsın artık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün Külliye’deki konuşması çok önemliydi.
“Kültür ve sanatta arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmaktan dolayı üzgünüm.”
“Bunu yapanlar (kötü taklitçiler, kopyacılar) bize sadece ‘para para para’ diyorlar.”
Bu sözler, sahaya yansır mı?
İnşallah yansır.
--------------
(Hebaen mensura: Amellerin toz olup savrulması. Furkan Suresi’ne bakılabilir.)