Krizantem yerine anason
Şiir, tek bir şeyin adı mıdır?
‘Ben buna şiir demem’ dediğimiz zaman doğru mu söylemiş oluruz?
Veya, ‘filanca şair değil’ dediğimiz zaman?
Şiirin ‘mezhep’leri, ‘tarikat’leri hatta ‘cemaat’leri kendi aralarında birbirlerini beğeniyorlar, destekliyorlar.
Desteklesinler. Faydadan hali değildir.
Sorun, fanatik cemaat mensuplarının ‘bizden başkası dalalette’ demesine benzer şekilde, bir şiir cemaatinin azalarının, ‘ötekilerinki şiir değil’ demelerinden sonra başlıyor.
Ben şair değilim.
Bir şiir cemaatine de mensup değilim.
Ama şiir, beAnim için, ekmek gibi, su gibi, hava gibi bir ihtiyaç.
İhtiyaç kelimesi yanlış. Lazım olduğu zaman müracaat etmiyorum şiire.
Kafamda, lisanımda, hayatımda var ve olmasa şiir, çok eksik kalırım.
Şiirler arasında bir ayrım, elbette yapıyorum. Fakat bu ayrım, bir ‘ırk ayrımı’ değil.
Bir ‘zevk’ ayrımı.
Bir ‘his’ ayrımı.
Hangisi beni yakalıyorsa. Veya ben hangisini yakalıyorsam.
Yakalayamadığıma, ‘şiir değil’ diyemem.
***
Bir de kötü şiirler var. Acemi. Olmamış.
Onları, erbabı anlar.
Armut resmi yapmasını bilmeyen bir ressam, yaptığı resmin sürrealist olduğunu ileri sürse de nafiledir.
‘Armut’ demesini bilmeyen birinin de şairliğinin imtiyazına saklanarak abuk sabuk şeyler yazması onu şair yapmaz. Olsun. O da lazım.
‘Güzel’i fark etmemizi sağlayan nimetlerden biridir, kötü şiirler.
Onlara, yazılamamış şiirler de diyebiliriz.
Belki onlar, ehil bir şairin eline düşememiş talihsiz duygulardır.
Biraz ayağımız yere bassın.
Şöyle soralım mesela:
Abdürrahim Karakoç, şair midir?
Benim cevabım, tabii ki evet.
Ali Ulvi Kurucu?
Elbette şairdir.
Daha böyle bir çok isim sayabilirim. Şiir cemaatlerinin burun kıvırdığı.
***
Bunca cümleyi, Orhan Veli’nin şiirlerini yazmaya niyetlendiğim sırada kurmam bana da ‘garip’ geldi şimdi.
‘Orhan Veli şair midir’ diye kimse sormaz herhalde. Şair adam. Ve genç yaşta, 36’sında, daha şiirlerini yazamadan ölmüş.
Belediyenin çukuruna düşmüş, doktorlar alkol koması zannetmiş, sonradan anlamışlar beyin kanaması olduğunu.
Öylece gitmiş adamcağız.
‘Orhan Veli şair midir?’ diye kimse sormaz ama, Orhan Veli’nin mısralarını okuduğumuz zaman ‘bu da mı şiir’ diyenlere rastlamışızdır.
“Gemliğe doğru/Denizi göreceksin/Sakın şaşırma.”
Alelade bir cümle.
Ama güzel. Güzel, çünkü Bursa’dan İstanbul istikametine giderken, bir tepeyi aşar aşmaz masmavi bir sürpriz olarak önünüze çıkıverir Gemlik Körfezi. Ve bir gün bu mısraları gördüğünüzde ‘evet, buydu’ dersiniz.
Orhan Veli’nin şiirindeki ‘suhulet’ herkese şiir yazma cesareti verebilir.
Denemek isteyen denesin ama, kendini ciddiye almasın. Çünkü, isteyen herkes Orhan Veli’ninkine benzer şeyler çiziktirebilir.
Fakat, mucidi Orhan Veli’dir. Başkasına yakışmaz, iğreti durur.
Hayatımızda yeri var Orhan Veli’nin.
Bazen ince bir sızı.
Çoğu zaman da hafif tatlılar gibi. Bazen
“Beni bu güzel havalar mahvetti” hepimize uyar.
‘İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı’ en güzel üç beş İstanbul şiirinden biridir.
“Kapalıçarşı, kapalıkutu” bence bu şiirin uzantısı.
“Ne atom bombası/Ne Londra konferansı/Bir elinde cımbız/Bir elinde ayna/Umurunda mı dünya...” İkide bir önümüze çıkar.
“Bir insan daha var, çok şükür, evde;
Nefes var,
Ayak sesi var;
Çok şükür, çok şükür.”
Bu da ancak Orhan Veli suhuletiyle söylenebilirdi.
“Ne kadar güzel şey/Yolun üstündeki bina/Yıkıldığı zaman/Bilinmeyen bir ufuk görmek”
Veya ne kadar kötü şey, yolun üstüne yeni bir bina dikildiği zaman bildiğimiz bir ufku kaybetmek. (Benimki şiir değil, zamanın ruhuna uygun bir çağrışım.)
‘İstanbul’da, Boğaziçi’nde bir garip Orhan Veli’dir o. Bunu da bilmeyen yoktur.
Tabii ki Haiku.
Orhan Veli, ‘Haiku’yu ilk keşfedenlerdendir. İyi ki keşfetmiş. Böylece, Orhan Veli’nin lisanından krizantem kokulu yeni bir şiir lezzetine ulaşmış olduk.
Orhan Veli, krizantemin yerine anason koymuş.
Canım, Divan Şiiri’nde de, bazen mecaz, bazen gerçek, var öyle şeyler.