Kelimeleri bozdular… İnsanları da!
Kelimeler, tabii mecralarında seyretmişseler, bir kötünün eline düşüp zıvanadan çıkmamışsalar, kendi mahiyetlerini ifşa edecek bilgileri içlerinde muhafaza ederler.
İnsan’ın ‘nisyan’la irtibatını düşünün.
Unutmak.
Bizi var eden hikmeti unutmak. Varoluşsal menşeimizi unutmak.
‘Kestane kopurundan çıkmış, kopurunu beğenmemiş’ derler bizim derede.
Geldiğimiz yeri unutmak.
Varlıkta, yokluğu unutmak.
Her şey yerli yerindeyken, ‘küçük dağları ben yarattım’ salaklığına düşmek.
Acıyı unutmak.
‘Nisyan’a yakalanınca lafı uzattım. Halbuki ‘insan’ın ‘ünsiyet’le ilişkisi bugün niyetlendiğim konuyla daha ilgili.
Ünsiyet, yani yakınlık, dostluk,
aşinalık.
‘Ünsiyet’e muhtacız.
“Şeytan, ‘tek’le beraberdir.”
“Allah’ın eli, cemaatle beraberdir.”
Doğru, bireyleştik.
Ünsiyetimiz akıllı telefonla.
Ama hala cemaat mübarektir.
İyi de bu ihanet şebekesi çıktı çıkalı cemaat kelimesinden ikrah ettik. Ne kadar müfsit bir şeymiş bu ‘gavur kayırıcılar.’
‘Gavur Kayırıcılar.’
Bu terkip Metin Önal Mengüşoğlu’nun kitabının kapağından çıktı, işte şu mevzuun arasına girdi. Selam olsun Metin Abi’ye.
Eskişehir’de bir ‘cemaat evi’ vardı.
İçinde cevher olanın, okumayı, yazmayı, paylaşmayı, kardeşliği, dostluğu, ‘ünsiyet’i talim edebileceği bir mekan.
O cemaat evinin adını bile söylerken iki kere düşünüyoruz.
Aman yanlış anlaşılmasın.
Malum cemaatten değil. Başka bir şey. Kula kulluğun hiçbir alametinin olmadığı bir ortam.
Ve imam…
Peygamberimizin ve onun güzel takipçilerinin makamı.
Al-i Beyt’in büyüklerinin makamı.
Büyük fıkıh imamlarının, mesela İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, İmam Malik’in, İmam Şafii’nin makamı.
İmam Cafer’in, İmam Zeyd’in makamı.
Yani saygıdeğer, itibarlı bir makam.
Fakat ‘emniyet imamı’, ‘borsa imamı’, ‘yargı imamı’ gibi müptezel, necis terkiplerle nasıl kirlettiler güzel kelimemizi!
Nedir imam?
Sınav sorusunu çalma imamı… Darbe gecesi insanlara tankla, topla, tüfekle, uçakla saldırma imamı!
Yargıda masum insanlara tuzak kurma imamı.
Dün bizim gazetede okudum. ‘İftira imamı.’ Tövbe estağfirullah!
Hele bir ‘kainat imamı’ icat ettiler ki, madrabazlığın daniskası!
Ya ağabey?
Ya abla?
Baba gibidir, ağabey, kardeşlerine.
Anne gibidir, abla, kardeşlerine.
Ardımızda bir karlı dağımızdır sırtımızı yasladığımız.
Ben, aşina olduğum dillerde ‘ağabey, abla’ kelimeleri görmedim.
Bir tek Türkçe’de gördüm.
Demek ki, bize has bir tarafı var.
Aynı ana-babadan doğmasak da, ‘ağabey’ ‘ağabey’dir.
Kulakların çınlasın Mustafa Çelik! “Biz, abierkil bir topluluğuz” derdi, “Bir imparatorluk genişliğindeki” gençlik yıllarımızda. (Bunu da İsmet Özel’den aldım. Yazının bağlamına uygun olarak söylemem gerekirse, ‘İsmet Ağabey’den.)
Çıktılar ortaya, ‘ağabey’i ve ‘abla’yı adi bir istismarın yılışık figüranları haline getirdiler.
Neredeyse ağabeylerimize ağabey diyemeyeceğiz!
Saymakla bitiremem, güzelim ‘hizmet’ kelimesini de paçavraya çevirdiler.
Merhum Erbakan, ne güzel söylerdi ‘H’ harfini Arabi ‘Hı’ şeklinde telaffuz ederek ‘Hızmet’ diye.
Kelimeleri kokutmakla kalmadılar, insanımızı da bozdular.
Huyları, tıynetleri, dilleri, üslupları, bizim mahallemize sirayet etti.
Onlar gibi yalan söyleyen, iftira atan, kumpas kuran, konuşan, yazan-çizen adamlar türedi.
İşime yarıyorsa, yalan mübarektir.
Ne berbat bir hastalıkmış!
Euzü billahi mine’ş şeytani’r racim.