Katılmayı en çok arzu ettiğim yürüyüş

Bugünlerde revaçta olan yürüyüş CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun ‘adalet’ yürüyüşü.

Bugün gazetelere baktım. O kadar çok yazılmış ki... Benim yazım eksik olsa da olur.

Olur mu?

Bence olur.

Kötü bir niyetleri yoksa, ‘adalet’ desinler yürüsünler.

Ya varsa kötü niyetleri?

Elimizde bir ‘niyet-ölçer’ yok.

Ama varsa bir kötü-niyet... Bir kaos tezgahlanıyorsa...

Bu temenni edilmez.

Fakat temenni etmemek hiçbir şeye mani değildir.

Görüyorsunuz, bir taraftan PKK kurcalıyor, öteden FETO sipariş veriyor.

Demek ki tedbirli olmak lazım.

Bilhassa kötü niyetli olmayanların tedbirli olması lazım.

Sonra da milletin.

İnşallah kazasız belasız biter.

***

Bugünlerde revaçta olmayan bir başka yürüyüş dürtüyor beni. Her sene bu vakitlerde hissederim aynı şeyi.

Hiç katılmadım o yürüyüşe. Fakat katılmayı en çok arzu ettiğim yürüyüş o...

Marş Mira.

Serebrenitza’yı biliyorsunuz.

Ben de biliyorum.

Sırp katillerin, Hollandalı BM askerlerinin de yardımıyla 8 binden fazla Müslüman Boşnak’ı şehit ettiği yer.

Bugünlerde... 22 sene sonra, Hollanda mahkemeleri de kabul etti, Hollandalı askerlerin suçlu olduğunu.

Geçen sene, Konya’da bir çocukla tanıştım. Çocuk diyorum... Çünkü çocukmuş Serebrenitza katliamı sırasında.

Ve çocuk olarak kalmış.

Adı, Adil Şabanoviç.

Sırp katiller, Müslüman Boşnakları doğradıkları bıçakları ona yıkatmışlar.

Nasıl bir acıdır?

Nasıl bir zulümdür?

Adilcik o günlerden beri, sabi gibi.

Katliamı işitirsiniz.

Öyküsünü dinlersiniz.

Yaralanırsınız. Utanırsınız.

Öfkelenirsiniz.

Fakat, o katliamın bir hatırasıyla yüz yüze gelmenin etkisi dinlemenin etkisinden çok farklıdır.

Katliam, size ‘dokunmuş’ olur.

Kelimelerin dokunmasına benzemez, gerçeğin dokunuşu.

Adil Şabanoviç, öyle bir ‘dokunuş’tu benim için.

***

Bana daha önce de dokunmuştu Serebrenitza.

Ne zaman?

7-8 yıl önce, yine bu vakitlerde.

Başbakan Erdoğan’ın heyetindeydik. Gazetecileri, Erdoğan’ın Sancak’tan gelişini beklemek üzere, katliam mahallindeki fabrikaya almışlardı. Ben girmek istemedim.

Yürüdüm, kabristana doğru.

İnfitar Suresi okunuyor. Bitince tekrar okunuyor.

“Gök yarıldığında...”

“Ve yıldızlar darmadağın olduğunda...”

“Ve denizler kaynayıp taştığında...”

“Ve kabirlerin içi dışına
çıkarıldığında...”

“Bildi nefis, neyi gönderdiğini ve neyi tehir ettiğini...”

700’den fazla taze mezar. 700’den fazla yeşil tabut.

Hafız, “Ve izal’ kuburu bu’sirat” dedikçe sarsılıyorum.

O mezarlar açılacak bir gün. İçi dışına çıkarılacak.

Sorulacak.

O gün, dokundu bana, Serebrenitza...

‘Mavi Kelebekler’in, kanatlarında nasıl bir hüzün taşıdıklarını o gün daha iyi anladım.

Ben, o gün ağladığım kadar, belki de hiç ağlamadım.

Mavi Kelebekler, kabirlerin üstünde açan ‘ölüm çiçekleri’ne konarlar.

O yüzden, mavi kelebekleri takip edersen, bulursun toplu mezarları.

Bir daha yolum düşmedi Serebrenitza’ya.

Şimdi tam zamanı. Cuma günü başlar yürüyüş.

Bir gün isterim, o yolu yürümek.

Ya nasip!

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum