İnci Baba’nın tarihçileri
İnci Baba, geçmiş zamanın büyük mafya babalarından birisi. (Mafya babasına mafya babası demek bazen sorunlu olabiliyor. Adamın aynı zamanda müteahhit olduğunu da söyleyelim. Devletten de iş alıyormuş.)
Acayip hikayeleri var. Yazsaydı best seller olurdu.
Bilindiği gibi ‘Baba’ların devlet idarecileriyle araları iyi olabiliyor.
İnci Baba da eski başbakanlarımızdan Süleyman Demirel’le sıkı-fıkıymış.
(Devlet kalitesi açısından idarecilerin kriminal ‘baba’larla hiç yüzgöz olmamaları gerekir.)
Hatta Demirel’in bir Amerika gezisine katılmış.
Bir defasında Şikago’ya gidip meslektaşı Alkapon’un kabrini ziyaret etmiş. Mezarına çelenk koymuş.
Şu anda ne işimiz olabilir İnci Baba’yla?
Adam 1993’te ahirete gitmiş.
Normalde işimiz olmaz.
Fakat, nasılsa hafızamda yer etmiş bir hatırası, bir ‘ilgi’ oluşturuyor.
Birkaç tarih yazısı yazdım ya burada... İkide bir hatırıma geldi. Denk düşürüp yazamadım.
Demirel’le sıkı-fıkı günlerinde İnci Baba başbakanlığı aramış.
Herhalde Demirel’in özel kalemini aramıştır.
Hoş bir talepte bulunmuş.
“Tarihi yazan arkadaşla görüşmek istiyorum” demiş.
Bunu bana, arkadaşım rahmetli Ramazan Dikmen anlatmıştı.
Şu anda teyit etme imkanımız yok.
Fakat, hikaye güzel.
İnci Baba, Başbakanlık’ta tarihi yazmakla görevli, eski vakanüvislere benzer birinin istihdam edilmesi icap ettiğini düşünmüş olmalı.
Çok da saçma bir düşünce değil.
Fakat, aynı şey özel sektöre de ihale edilebilir.
Bizim yüksek reytingli televizyon dizilerinin senaristleri fena değiller.
Mesleki açıdan başarılı sayılırlar. Sorun, insanların ekranda gördüğünü tarih zannetmesi.
Tarihe bakışımızla ilgili böyle eleştirel cümleler kuruyorum ama, her şey o kadar da kötü değil.
Bütün ‘tarihçi’ etiketli insanlar balon şişirmiyor, gaz dolumu yapmıyor.
Sayıları az da olsa, ikide bir medyada arz-ı endam etmeseler de iyi tarihçiler mevcut.
Onların varlığını fark edince seviniyorum.
Ben haftada bir iki gün kitapçılara uğrarım. Her gidişimde birkaç kitap alırım.
İsimlerine bakarak, konularına bakarak alırım.
Aldığım bütün kitaplar umduğum gibi çıkmaz.
Bazılarını birkaç sayfa okur, altına üstüne bakar, bırakırım.
Yine bir kitapçıda, bir kitap gördüm.
‘Sultanın Casusları.’
‘16. Yüzyılda istihbarat, sabotaj ve rüşvet ağları.’ (Kronik Yayıncılık.)
Yazarı, Emrah Safa Gürkan.
Tanımıyorum. Fikrini zikrini bilmiyorum.
Kitabın ismi cazip.
Aldım kitabı.
Kitabın şişirme bir kitap olma ihtimali bir kenarda duruyor.
Evde kapağını görüyorum ama okumayı erteliyorum.
Birkaç ay kitapla aramdaki mesafeyi korudum.
Sonra başladım okumaya.
Bugünlerde bitirmek üzereyim.
Hemen şunu söyleyeyim, İnci Baba’nın aradığı ‘Tarihçi’ tipi, Emrah Safa Gürkan değil.
İnci Baba, ‘tarihi yazan arkadaş’la görüşebilseydi, muhtemelen, o günlere dair, tarihe geçmesini istediği bir hadiseyi tarihe yazdıracaktı.
Gürkan, politik ya da ticari siparişlerden ziyade, ilmin gereklerine, taleplerine uygun bir biçimde mesai sarf etmiş.
Dinamik, okuma süresince zihni ayakta tutan bir dil kullanmış.
Bir tarih araştırmasının ne olduğunu, nasıl bir efor ve nasıl bir donanım gerektirdiğini anlamak isteyenler ‘Sultanın Casusları’na bakabilir.
Evvela, Türkçe, İtalyanca, Rumca, Fransızca, İspanyolca başta olmak üzere bir çok dilin dört-beş yüzyıl önceki hallerini bilmeyi gerektiriyor Gürkan’ın çalışması. Ya da en azından bu dillerde yazılmış kaynaklardan yararlanmayı bilmeyi gerektiriyor.
Ayrıca, yoğun bir çalışmayı gerektiriyor.
Yani, laf u güzafla altından kalkılacak bir iş değil.
Ben bu çalışma sayesinde, harpten ziyade diplomasiyle ve ‘yüzük’le, yani evlilikler yoluyla büyüyen, güçlenen Habsburg hanedanını biraz daha yakından tanımış oldum.
Dört-beş yüzyıl önce vaki olmuş başka bir Akdeniz’i müşahede ettim.
Osmanlı-Habsburg rekabetinin anlaması uzmanlık gerektiren bir veçhesi hakkında fikir edindim.
İnci Baba’nın tarihçilerinden asla öğrenemeyeceğim daha bir çok şey öğrendim.
Tavsiye ederim.