Herkes razıysa sorun yok

Kutu’l Amara’yı ben ilk olarak bir tarihçiden dinlemedim, tarih kitabından okumadım. İlk, kadim arkadaşım Mustafa Çelik’ten işittim.

Nehir Yayınları’nın başındaydı Mustafa. Ben de ara sıra oraya uğruyordum.

25 sene olmuştur. Bir gün dedi ki “Ali İhsan Sabis’in hatıralarını hazırlatıyorum.”

“Kim bu Ali İhsan Sabis?”

“Paşa. Osmanlı’nın Irak cephesindeki komutanı.”

“Yusuf, biliyor musun, biz İngilizler’i yenmişiz Irak’ta? Kutu’l Amara’da adamların ordularını esir almışız.”

Öğrenmiş oldum. Sonra Ali İhsan Sabis’in hatıratını biraz meşk ettim.

O zaman, bizim tarafta Kutu’l Amara edebiyatı gelişmemişti. Şimdi geliştiği iyi oldu.

Son günlerde, Abidin Ege’nin ‘Harp Günlükleri’ni de okudum. Baktım orada, 60-70 sayfalık Kut’ul Amara bahsi var. (İş Bankası Yayınları.)

Bir fasıl geçerim bu kitaptan, diyordum bu Pazar. Fakat, Katar’a gidecekmişiz. çalışmaya vakit yok.

Katar’dan bir şeyler yazarım artık.

Uçakta, Stefanos Yerasimos’un Milliyetler ve Sınırlar’ını okuyorum. (İletişim Yayınları.)

Okuduğum bölüm, tam da, Katar’ın, Emirlikler’in, Umman’ın, Suudi Arabistan’ın, Bahreyn’in, yani kitabı okurken üzerinde uçtuğumuz coğrafyanın sınırlarının oluşumuyla ilgili diplomatik ve ticari pazarlıkları anlatıyor.

Petrole bakmış bakmış, sınırları çizmiş İngilizler. Çoğu zaman sterlinle.

İlişkiler, biraz askeri ama daha çok ticari. Petrol şirketlerinin yöneticileri, petrol alanlarını keşfetmeye uğraşan jeologlar, diplomatlar kadar etkili.

1. Dünya Savaşı bittikten sonra bile, bölgedeki aşiretlerin, şeyhlerin veya İngilizler’in Osmanlı ile yaptığı anlaşmaların etkisi devam etmiş.

Katar’ın sınırı, aşağı yukarı, 1913’te Osmanlı ile yapılan anlaşmaya göre çizilmiş.

Neyse, indik aşağı.

Ortalık sakin. Bir para ve petrol ülkesi Katar.

Kırmızı ışıkta geçmenin cezası neredeyse üç bin dolar. Kimse ışığı ihlal etmiyor. Ev kirası da üç-dört bin dolarmış. Hesap edin artık, başka şeylerin fiyatını.

Türkiye, Katar’da askeri üs kurdu. Bu gelişme, tarih bilinci olanlara maziyi hatırlatabilir.

Katar da, Türkiye de müşterek hatıralarla barışık. Öyleyse sorun yok.

Başbakan Davutoğlu, gazetecilerle yaptığı sohbette o hatıralara gönderme yapıyor.

Bir arkadaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Hırvatistan dönüşü sorulan bir soruyu hatırlattı.

Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’ın “Başkanlık sistemini savunursam kendimi inkar etmiş olurum” dediğini söylemişler.

Halbuki, Başbakan’ın beyanı bunun tam tersi.

Soruyu soran arkadaşı belki hafızası yanıltmıştır. Ben, biraz safım ya, vakaları hayra yormayı seviyorum.

Fakat, Cumhurbaşkanı’na yöneltilen böyle bir soru, nasıl bir cevap bekliyordu acaba?

Neyse, durum açıklığa kavuştu. Geçelim.

Ankara’ya döndük. Hışırım çıkmış, müthiş yorgunum.

Ertesi gün, röportajı Karar’a gönderiyorum. Malzeme iyi. Anayasa’dan başkanlık sistemine, AB’den vize muafiyetine, terörle mücadeleye kadar, birçok alanda işe yarayacak açıklamalar var.

Yayın Yönetmenimiz İbrahim Kiras’ı arıyorum.

“Bir bak Ankara’ya istersen” diyor, “Bir şeyler olmuş.”

Ben sabah gözümü zor açmışım. Dünyadan haberim yok.

Bakıyorum, bir şeyler olmuş.

Daha önce yazmıştım, Stanley Milgram deneyini.

Bir itaat deneyi.

Ankara’da Milgram deneyinin bir benzerini yapmışlar.

Milgram’ınkinde biraz mizansen var. Bu, mizansensiz.

Araştırıyorum. Başarılı geçmiş. Milgram’ın yaptığı deneylerdeki kadar bile fire olmamış.

Fire yoksa, herkes mutluysa, bana bir şey demek düşmez.

İş, olacağına varır. Varırsa da varsın.

Neyi hatırladım şimdi?

Ameliyathane çok soğuktu. Çok üşüyordum. Dedim ki doktora, “Üşüyorum, çabuk uyutun beni.”

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum