Hepimiz teoriye dönüşeceğiz
Yusuf Er’in düğünündeydi galiba. Dursunbey’in Karyağmaz Köyü’nde bir ihtiyar. Eski bir hocadan bahsetti.
Diyormuş ki hoca... Belki yüz yıl, belki yüz elli yıl evvel.
“Ağaçların da künyesi olacak.”
Herkes, şaşırıyor tabii. O zaman için, bu bir kehanet sayılır.
Fakat, biliyorsunuz, oldu ağaçların künyesi. Orman işletmeleri özellikle işletilen ormanlarda ağaçlara numaratörlerle künye vuruyor.
Belki şimdi dijitalleşmiştir künyeler, çip takıyorlardır.
“Hayvansız arabalar çıkacak.”
Olacak iş değil! Hayvansız araba nasıl gidecek?
Çıktı hocanın dedikleri.
Tabii, hocanın ismini ben unuttum.
Fakat, yakınımda bir Karyağmazlı var. İlla ki biliyordur.
Sordum, Mehmet Ocaktan’a.
Hasan Efendi’ymiş. Karyağmazlı değilmiş. Yakınlardaki bir Yörük köyündenmiş.
Köyün adı Alacatlı.
Hasan Efendi hala saygıyla yad ediliyor. Burada adının geçmesi rahmete vesile olur inşallah. Hem onun, hem bizim için.
Teknoloji öyle hızlı değişiyor ki, alıştık.
Artık başımız bile dönmüyor.
Kendi kendine park eden otomobiller bile icat edildi.
Şoförsüz arabayı da yaptılar. Yakında çıkarırlar piyasaya.
Komplo teorileri de çok gelişti.
Yeter ki inanmaya müsait olun.
Geleneksel komplo teorileri güzel aslında. Zaman zaman yazarım. Zihin açıyor.
Ayrıca, teori de olsalar, gerçek olma ihtimalleri var.
Fakat, son zamanlarda, yeni, postmodern komplo teorileri de piyasa yapmaya başladı.
Elbette fikir özgürlüğü diye bir şey var ve insanlar daha uçuk, daha çetrefilli komplo teorileri imal edebilir.
Fakat, bu teorilerin müşteri bulması neyin alameti olabilir?
Hangi ruh hali bizi saçmalık seviyesine ulaşan senaryolara rağbet etmeye müsait hale getiriyor?
Evet, teknoloji bizi ikna etti.
Üç boyutlu printerlarla her şey yapılıyor.
Ameliyatlarda kullanılabilecek damar bile yapmışlar.
Amerikan donanmasında 3D yazıcılar varmış. Arıza yapan parçaları yazıcıyla tab etmek için.
3D yazıcıyla basılmış böbrekle yaşayan insan bile varmış.
Fesübhanallah!
Hangi ‘teori’ benim muhayyilemi ta 3D printerlara kadar götürdü?
Avrupa teorisi.
Hani, referandumda bir ‘motivasyon’ sıkıntısı vardı.
Almanya, bizim bakanlarımızın toplantı yapmasını engelleyince...
Hollanda, Aile Bakanımızı akıl almaz bir faşist uygulamayla sınır dışı edince...
Toplumun bir kısmının zaten şekillenmiş olan kanaati ‘evet’ lehine pekişti.
Ortada duran, reyini henüz belirlememiş olan bir kısmı da ‘ulan Avrupa istemiyorsa vardır bunda bir bit yeniği’ diyerek ‘evet’e meyletti.
Bunun oranını, sayısını bilmek mümkün değil. Fakat, az veya çok, etkili olduğunu düşünmek mümkün.
Fakat bunun mizansen, numara olduğunu söylemek nasıl mümkün hale geliyor?
Hadi biz numara yaptık.
Aynı numarayı yapmaya Hollanda’yı nasıl ikna ettik?
(Eğer bunu başarabildiysek, aferin bize! Şapkam olsa, bunu başaran akıla şapka çıkartırım.)
Şöyle mi mesela?
Hollanda’yla anlaştık. Biz bakanımızı göndereceğiz, Hollanda da bakanımızı sınır dışı edecek. İnsanlarımızı itlerine dalatacak. Almanya hakeza... Böylece ‘evet’ kazanacak.
Yani aslında Hollanda Erdoğan’a yardım etmek istiyor. Almanya da öyle. İsviçre, Avusturya, hepsi... Çavuşoğlu’na, Kaya’ya öteki bakanlarımıza bu maksatla faşistlik yaptılar.
Böyle bir teori uydurulabiliyorsa, böyle bir teori müşteri bulabiliyorsa, o zaman saçmalık nasıl bir şey?
Tek örnek bu değil.
Memleketimizde, her biri ayrı mercilere, ayrı istikametlere servis veren müteaddit teori üretme mekanizmaları mevcut.
Herkes kendi teorisine bayılıyor.
Galiba zamanla hepimiz teoriye dönüşeceğiz.