Filim, tarihçiyi terbiye ediyor
Tarihiniz nasıl olsun? Az pişmiş mi? Well done mı? Tava mı, ızgara mı?
Bu soruların saçma sapan sorular olduğundan şüphe edilemez.
Fakat, ahaliye ‘servis’ edilen tarih ‘menü’leri bunların hepsini hatta daha fazlasını içeriyor.
İhtiyaca göre tarih tarifeleri tatbik ediliyor.
(Tariff’ten bozma ‘tarife’ değil, yemeğin nasıl pişirileceğini tarif eden tarife.)
Hangi ihtiyaca göre?
Daha çok, güncel, politik ihtiyaca göre.
Bazen ticari ihtiyaçlar da önem kazanıyor.
Tarih, benim hatırladığım tarih kesitinde hiç olmadığı kadar revaçta. Mamafih, ilmi olarak hızla irtifa kaybediyoruz.
Ortalıkta dolaşan tarihçilerin büyük ekseriyeti ‘zamanın ruhuna uygun’ davranıyor.
İlber Hoca bile nabza göre şerbet veriyor.
Ekranlarda ‘din’ anlatanlarla ekranlarda ‘tarih’ anlatanlar arasında çok enteresan benzerlikler oluştu.
Tarihçileri dinlerken... ‘Aha bu, tarihçilerin Cübbeli Ahmet’i... Bu da Vehbi Hatipoğlu’su... Diyeceğiniz geliyor.
Tarihçi ve Hoca diye anılanların çoğunu tanıyorum. Fazla kurcalamak istemiyorum, mazur görün.
Lafın tamamını söylemesem de anlaşılır.
Kitaplarını artık okumuyorum. (Demek ki zamanında okumuşum.) Ekranlarda tesadüf ettiğim zaman sadece ibret alıyorum. Anlattıkları tarihten değil, üzerlerindeki tarihçi titriyle tarih ilmine çektirdikleri eziyetten ibret alıyorum.
Anlaşılan, şu sıralar hiç kimse, tarihte gerçekte ne olduğuyla ilgilenmiyor.
Tarihte ne olmasını istersiniz?
Tarih nasıl yazılırsa sizin işinize daha çok yarar?
Önemli olan bu.
Sultan Abdülhamid’in hayatı boyunca yanlış bir şey yaptığını şu anda söylemek caiz değil.
Tarihten çıkar mısın bilmem ama... Dinden çıkabilirsin.
Mesela, “Abdülhamid devrinde birazcık toprak kaybetmiştik” demek çok sakıncalı.
Benim Abdülhamid’le sorunum mu var?
Hayır. Yok. Biz Necip Fazıl’ın talebesiyiz. Sultan Hamid’i çok severiz.
Fakat, sultan Hamid’in ya da başka birisinin paşa gönlü için yalan söylemeyi veya tarihe yalan söyletmeyi anlamaya terbiyemiz müsait değildir.
Ben, yanlışı olmayan, kötü tarafı olmayan sultan hiç işitmedim.
(Kolaylık olsun diye not edeyim. İtikat kitaplarında Hulefa-i Raşidin ile Ömer İbn Abdülaziz’den başkasına ‘adil’ demenin caiz olmadığı yazılıdır.)
Şimdi dizicilerin canı sıkılabilir.
Muhteşem Süleyman, Ertuğrul ve Abdülhamid.
Dizilerin, dizi senaryolarının tarihi tahrif etmesine, eğer çok açık ve kasti değilse, işin içinde -tabir caizse- puştluk yoksa kulak asmam.
Filimdir sonuçta.
Reyting için yaparsa yapsın. Yeter ki büyük bir terbiyesizlik olmasın.
Dizilerden tarih öğrenmek isteyen de, gitsin öğrensin.
Senelerce Mariyana seyreden, Köle İzaura seyreden insanların çocukları da muharref tarih dizisi seyretsin.
Senarist iyi yazmışsa, oyuncu iyi oynamışsa, ufak tefek tahrifleri marifetten bile sayabilirim.
Günümüzdeki et ithalatına fikri destek sağlamak için, Abdülhamit devrinin -eğer varsa- kasaplar odası başkanını kullanmak, sizce de enteresan değil mi?
Tarih dediğin böyle olacak!
Kendi tarihini kendin yap, kendin kullan.
Ben seyretme fırsatı bulamadım. Arkadaşlar anlattı, hoşuma gitti.
Fakat, tarihçinin filimleşmesi iyi bir şey değil.
Yani, tarihçinin, çocukluğumuzda seyrettiğimiz Malkoçoğlu filmlerinin seviyesine talip olması...
Tarihçinin filimlerden tarih öğrenmesi...
Biliyorum, tarihçi filimden tarih öğrenmez.
Ama, üslup öğreniyor. Bakış açısı öğreniyor.
Filim, tarihçiyi terbiye ediyor.
Bu kötü.