Doların başımıza açtığı işler
Biz, neden Amerikan dolarıyla alışveriş ediyoruz? Mesela neden petrolü dolarla alıyoruz?
Amerika Birleşik Devletleri’ni çok mu seviyoruz?
Bu işler sevmekle olsaydı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin lirasını tercih ederdik.
Ama yok, Kıbrıs Türk Lirası diye bir para birimi?
Yok mu? Neden yok?
Paranın üstündeki imza, imzayı atan devletin gücü kadar itibar görür.
Ekonomik gücü kadar, askeri gücü kadar, siyasi gücü kadar...
Kıbrıs’ı bizden başka kimse tanımıyor. Yani, paraya birisi imza atsa, attığı imza Kıbrıs’tan çıkınca anlam ifade etmiyor.
Bu yüzden, Kuzey Kıbrıs’ta bizim burada kullandığımız Türk Lirası tedavül ediyor.
Uluslararası ticaretin çoğu Amerikan Doları’yla yapılıyor.
Dünyadaki tüccarların çoğu Amerika’yı sevdiği için değil.
Mesela İran sevmez Amerika’yı.
Ama o da petrolünü dolarla satıyor.
***
Demek ki, sevmesen de, dolar kullanmaktan kaçınamıyorsun.
Hep şu yukarıda andığımız ‘güç’ yüzünden. Cebinde dolar varsa, bil ki, o dolar, senden evvel Amerika’nındır.
Herkes, cebindeki dolar kadar Amerika’yla irtibatlıdır.
‘Cebindeki’ dediğime bakmayın. Bankada da olabilir, yastık altında da.
Bankacılar anlatır. Erzurum’daki bir Türk bankasından 100 dolar alsan, bu para takasından ABD’nin haberi olur. Çünkü, doları aldığın banka ‘falan oğlu filan benden 100 dolar aldı’ diye New York’taki muhabir bankaya bildirmek zorundadır.
Dolarla yaptığın alışveriş, ABD’yi ilgilendirir.
ABD, hiçbir yerden tutturamazsa, ‘benim paramı kullanıyorsun’ diyerek bir alışverişle irtibat kurabilir.
Şu malum ‘Rıza Sarraf’ davası, biraz da, davaya konu olan alışverişler Amerikan Doları’yla yapıldığı için başımızın üstünde uğursuz kuşlar gibi dolaşmaktadır.
Kabaca durum şu.
Amerika’yı, Türkiye’nin veya bir Türk’ün İran’a ne sattığı, ne aldığı ilgilendirmez. Ama bir Amerikalının veya Amerikan kuruluşlarının ne alıp sattığı ilgilendirir.
Rıza Sarraf, benim bankacılık sistemimi kullanarak benim İran’a uyguladığım ambargoyu deldi.
Şu halde karışırım.
İyi, karış!
Halk Bankası ve diğer ilgililer de, ambargoyu delmediklerini ispat için hukuk mücadelesi versinler.
Fakat, iş biraz değişik görünüyor.
Dikkat ederseniz, hikayenin buraya kadarki kısmı Türkiye’deki vatandaşlar açısından çok cazip değil.
Sonuçta ticaret yapmışız. Yaptığımız ticaret Amerika’nın hoşuna gitmemiş.
Gitmezse gitmesin. Bana ne!
***
Türkiye’deki kamuoyu, bu istikametten gelecek salvoları zor da olsa savuşturabilir. Bu salvolar, daha çok parayla, finansla ilgilidir.
Savuşturulması daha zor olan başka şeyler var. Davaya bakan hakim, 17-25 Aralık’ta Fetö’cü polislerin ürettiği tapeleri delil kabul ediyor.
Bu tapelerin, İran’a yapılan ambargonun delinmesiyle ne kadar ilgisi olabilir?
Belki birkaç tanesinin olabilir. Sarraf’ın veya banka yetkililerinin yaptığı bazı telefon görüşmelerinin.
Fakat, öyle anlaşılıyor ki, hakim kapsamı genişletme eğiliminde.
Konuya özel ilgisi var.
Hakim Richard Berman, 17-25 Aralık darbe girişiminden 5-6 ay sonra, 8-9 Mayıs 2014’te Fetö’cü bir hukuk şirketinin himayesinde İstanbul’a gelip Adalet ve Hukuk Devleti konulu bir sempozyuma katılmış.
Fetö’cüler, misafir ettikleri Hakim Berman’ı etkilemeye çalışmamışlar mıdır?
Bence çalışmışlardır.
Eski Savcı Bharara’nın da Fetö’cülerle teşrik-i mesaisi tevsik edilmişti. En azından onlarla resim vermişti.
Gidişata bakarak, ‘Sarraf Davası’nın, ABD’den çok Türkiye’de gündem oluşturması isteniyor’ diye düşünebiliriz.
Öyle anlaşılıyor ki Rıza Sarraf da ‘kontrol altında.’ Yani, kendisinden istenen malzemeyi verecek.
Önümüzde zorlu bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.
Allah hepimize güç, kuvvet versin.
Şimdi, bu noktada... ‘Ah! Şu Sarraf’la niye yüz göz olduk’ diye hayıflananlar var mıdır acaba?