Cinayetin altındaki imza ve mühür
Cürmü meşhut’ diye bir tabir var. Sadece hukukta değil, sokakta da kullanılır.
Hırsız elinde çaldığı mallarla yakalanmış, “avukat istiyorum” demiş.
Demişler ki, “Her şey meydanda, avukat ne yapabilir?”
“Ben de bunu merak ediyorum” demiş hırsız, “Bakalım avukat ne yapacak?”
Katil bu defa milletin boğazını keserken yakalandı.
Birkaç dakika geç kalınsaydı hikayemiz bitmişti.
İki yüz kırk altı kişi değil, belki beş bin, on bin, yirmi bin kişi ölecekti.
Üç-beş bin değil, belki yüz bin kişi hapse atılacaktı.
Memleket kim istediyse ona satılacaktı. Bölünerek veya dönüştürülerek...
Kendileri zaten satılmıştılar. Kendileri hangi karanlığa, hangi mahfile satılmışsa milleti de, vatanı da onlara satacaktılar.
‘Senaryo’ diyenler, ‘tiyatro’ diyenler utanır mı şehitlerin temiz ruhlarından, temiz bedenlerinden?
‘Cürmü meşhut’ halinde yakalandılar.
Ne diyorlardı?
Balyoz.
Ne diyorlardı?
Sarıkız... Eldiven...
Aynısını bu kez fiilen gözümüzün önünde yaptılar.
Namussuzlar meğer kendileri Balyozcuymuş, Sarıkızcıymış, Eldivenciymiş!
Bazen kaza olur. Otobüs yuvarlanır. İnsanlar ölür. Can pazarı... Bakmışsın yolcunun biri ojesini soruyor.
Şok halidir bu. Hadisenin içinde olanın idraki, hadiseyi ihata edemeyebilir.
Biz aslında bir şok halindeyiz.
Neyi atlattığımızı tam anlamıyla müdrik değiliz.
Altımızda, hepimizin evinin, dükkanının, sokağının altında meğer dinamit varmış.
Düşünsenize, Anadolu kıtası büyüklüğünde bir dinamit lokumu.
(Üstad, ‘Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koymamızı’ öğütlüyordu. Bunlar Anadolu kıtasının altına dinamit döşemişler!)
Biz katillerle aynı mahallede yaşıyormuşuz.
Yüzümüze gülen adam meğer bizi öldürmeye hazırmış.
Öldürdü de...
Bir ‘şaman’ gibi, bir ‘medyum’ gibi, ‘neler olacak’, ‘şafakta basacaklar’ diye, ‘nevbahar’ diye gaipten haber veren, iki gün sonra yapılacak darbenin sözüm ona ‘müjde’sini veren sanki kendi çömezleri değil.
“Köpeğimin marifeti var” demiş adam, “poker bilir.”
“Zaafı? Eli iyi olduğu zaman kuyruğunu sallar.’
Pokerci it gibi cümbür cemaat kuyruklarını salladılar. İki yüz kırk altı vatan evladını öldürmeden bir-iki gün önce.
Bu erken kuyruk sallamalar, katliamın altındaki imzalar ve mühürlerdir.
Elleri iyiydi, tankları, tüfekleri vardı, uçakları, helikopterleri...
Ve ‘necis’tiler, adiydiler, cinayet işlemeye, kan içmeye azimliydiler.
15 Temmuz’da ‘rest’ dediler.
Millet ‘rest’lerini gördü.
Üstünde ‘ölüm’ yazan ‘çek’i gözünü kırpmadan imzaladı.
Bundan sonrası kolay mı? Değil.
İblis uyumaz.
Ne diyor iblis? Şu ‘cürmü meşhut’ halinde bile diyor ki ‘ben yapmadım, tanımam.’
Halbuki yediği pislik çenesinden akıyor, baştan aşağı cüppesine dökülmüş.
Gördük her kılığa girebiliyorlar, her yalanı söyleyebiliyorlar, her hileyi yapabiliyorlar, her çamuru, her iftirayı atabiliyorlar, alçaklıklarının, namussuzluklarının sınırı yok.
Kitabımızda yazıyor:
‘Bel hüm adal!’
‘Esfel-i safilin.’
Biliyoruz bunların dostları var. Kur’an’ın ifadesiyle ‘şeytan’ları, ‘veli’leri var.
Ve bizim böyle bir iblise karşı Allah’ın yardımından başka kuvvetimiz yok.
Allah yardım eder, etti nitekim.
Allah yardım etmeseydi, Allah onların ayaklarını eteklerine dolaştırmasaydı kaybederdik.
Şu kirli havada büyük iş bu büyük badireyi atlatmak, şeytanla baş edip sahil-i selamete çıkmak.
Çok ‘olağanüstü hal’ gördük, yaşadık, fakat bundan daha olağanüstüsünü görmedik.
Dua edelim. Allah, şu şehitlerin yüzü suyu hürmetine millete yardım etsin.
Allah, şu memleketin temiz insanlarını korusun.