Bu adamın üstü başı şiir
Biz, iyi kötü okuyup yazan bir topluluğuz. O zaman henüz yazmıyoruz ama, yazsak yazardık. Nitekim sonraları yazdık.
Çokça seyahat eden bir arkadaş var. Ara sıra gelir gider.
Okumanın, yazmanın çokça konuşulduğu ortamlara katılır, misafirimiz olur.
İyi hoş oturuyoruz kalkıyoruz ama, bu arkadaşımız okuyor mu? Ne yapıyor.
Kendisinde okumanın alametlerini pek görmüyoruz.
Bir gün sorayım dedim kendisine.
“Okumayla, yazmayla aran nasıl?”
“İyi” dedi.
Soruyu biraz netleştirme ihtiyacı hissettim.
“Dur bakalım, son iki-üç ayda ne okudun?”
“Son iki üç ayda, daha önce okuma fırsatı bulamadığım kitapları okudum.”
Allah Allah! Ne demek bu?
“Edebiyatı boşver, diyorum bana kitap ismi söyle.”
“Son aylarda” dedi cevap olarak “Sıtkı Caney’in Layya adlı kitabını okudum.”
Hey Allahım!
Layya’yı okursun. Birisi Layya’yı okudun mu diye sorarsa okudum dersin.
Lüzum ederse şöyleydi, böyleydi diye yorum da yaparsın.
Ama ‘son aylarda ne okudun’ sorusuna bir tek Layya ile cevap vermezsin.
Başka bir kitap da ilave etmedi listesine bu arkadaşımız. Allah selamet versin.
Ben de ‘okuma durumumuz’u anlamış oldum.
***
Sıtkı’yla tanışmıyorduk o zamanlar. Ama Layya’yı -söylemesi ayıp- ben de okumuştum.
Biraz ‘Monna Roza’ rüzgarı hissettik Layya’nın bazı mısralarında.
Sıtkı çok genç o zamanlar. Sorun değil. Şiirler dolu.
“Gülümse gülümse gülden yumuşak
Bir deniz gözlerin uçsuz bucaksız
Olsa da ufukta kanlı bir şafak
Gel anla bu aşkı mavi gözlü kız
Gülümse gülümse ateşten sıcak”
Aşk var Sıtkı Caney’in şiirlerinde. Seviyoruz yani.
Sıtkı’yı tanımadan, şiirlerini seviyordum. Tanıdıktan sonra daha çok sevdim. Şu mısraların güzelliği inkar edilebilir mi?
“Aşk nedir aşk nedir diye sorana
Bir mahşer içinde yalnızlık dedim
Sevda ateş gibi girince kana
Uğuldayan şehre ıssızlık dedim
Yıkadım andımı geldim yanına”
Bu adamın üstü başı şiir. Dokunmayın, şiir yazsın ve yaşasın, bildiği gibi.
Hayatın kendisi öyle değil maalesef. Gelip gelip çarpar insanın yüzüne, gövdesine.
Sıtkı’ya da çok çarpmıştır hayat.
Ama Sıtkı, yine şairdir, yine şairdir.
Şu anda elimin altında ‘İtiraf ve gizem’i var Sıtkı Caney’in.
“Candost, Sevgili Yusuf Ziya Cömert için, “Şiir yok mu, hani şiir, şiir, şiir” hatırlatmalarını, coşkulu sohbetlerini ve dergi günlerini anarak” diye imzalamış. Tarih atmamış. Ama kitap 1995’te çıkmış. Eminim çıktığı günlerde imzalamıştır.
Dergi günleri dediği, Aycan Grafik’te dizgi makinasının başında Sıtkı’nın söyleyip benim ‘Çıldırmak Varken’i dizdiğim günler.
Derginin ince ve kaba bütün işlerini ben yapıyordum. Hasan Aycın’ın da kulakları çınlasın.
‘Çıldırmak varken’ şiiri Teodora’ya ithaf edilmiş. (Asanat.)
“Doğdun, binlerce tanrı birlikte ördü karanlık saçlarını
Oyunlar kurup şehre indin
Rüyalarını soyunmak ve bulmak için suçlarını
İyilikten kötülükten çok önce geldin
Ne varsa yaşanmamış bildin ne varsa söylenmemiş
Açıp kapılarını geldin ve çok güzeldin.”
***
Şu anda, bu şiiri Teodora’nın da Sıtkı’nın da hatırlamasını isterim. Belki hep hatırlıyorlar.
Bu cümleler gizemini muhafaza etsin diye, Teodora’nın kim olduğunu yazmıyorum. Bilenler biliyor nasıl olsa.
“Ben aynaları utandıran yüzler gördüm hayatta
Onca acının bir yüreğe sığdığını yakından gördüm
Ve tarifeli öpüşler yaşanırdı şehirde
Orada acıyı da tükürdüm”
Ah! Sıtkı. Ben de gördüm. Hepimiz gördük.
Ve tükürdük.
Ama şair değilim, senin gibi yazamıyorum.
Çok oldu görüşmeyeli, ama bak seni unutmadım.