Bize bir şey oldu aslında
'Ne olacak bu memleketin hali?’
Bu soru zamanımızın beylik sorularından biridir.
Eskiden ‘ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali’ formunda da sorulurdu.
Bana da bazen laf olsun diye soruluyor.
“Memlekete bir şey olmaz” diyorum “Tarihen sabit, bin yıllardır burada duruyor.”
Bunun tatminkar bir cevap olmadığının farkındayım. Zaten soruyu soranın mutmain olmasını istemiyorum.
Canım isterse, lüzum görürsem devam ediyorum.
“Memlekete bir şey olmaz da, bize bir şey olabilir.”
Bize, yani memleketin üzerinde yaşayanlara.
Bize bir şey oldu aslında.
Son senelerde büyük tahavvülat geçirdik.
İktidar olduk.
Bu, büyük bir nimet.
Büyük bir dünya nimeti değil. Eğer hakkını verebilirsen uhrevi bir nimet.
Yanlış bir şey mi söyledim? ‘Uhrevi bir nimet’ derken.
Burada yaptıklarımızın ukbada güzel karşılıkları var. Eğer iyi işler yaparsak.
Eğer kötü işler yapmazsak.
***
Benim tarzımı bilenler biliyor. Ben, başkalarının muhasebesiyle uğraşmayı sevmiyorum.
Kendi muhasebem bana yeter de artar bile.
Hani, varlıklı bir adam ahirete göçmüş.
Oğulları, babalarının mezarının yanına bir mezar eşmişler. Bir oduncuya biraz para verip nöbetçi olarak o boş mezara bırakmışlar. Bakalım Münker Nekir babamıza ne soracak diye.
Güya Münker Nekir gelmiş... Önce şu oduncuyla konuşalım demişler, öteki nasıl olsa buralı.
Oduncuya ormanı sormuşlar, ağacı sormuşlar, yolu sormuşlar, odunu bağladığı ipi sormuşlar, ipi nerden aldığını, helal mi haram mı olduğunu... Sabaha kadar sormuşlar.
Sabah, oğlanlar meraklı. “Ne gördün, ne gördün?”
Oduncu kurtulduğuna seviniyor.
“Babanızı bilemem. Ben sabaha kadar şu omuzumdaki ipin hesabını veremedim.”
Diyeceğim, bana kendi hesabımın kaygısı kafidir.
Başka ne oldu?
Büyük gaileleri hatırlayalım.
Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz.
Bu üç şeyin birbiriyle irtibatı var mıydı?
Muhtemel.
***
Gezinin içinde biraz FETÖ, FETÖ’nün içinde bir miktar siyasi menfaat hesapları.
Bazı siyasetçiler, FETÖ saldırılarının meydana getirmesini umdukları iktidar alanlarından istifade etme hevesine kapıldılar. Yer yer teşrik-i mesai yaptılar.
Ne acaip şeydi FETÖ’cü yöntemler?
Kumpaslar, kasetler, tuzaklar, manipülasyonlar...
Şeytanın aklına gelmeyecek polis-yargı uygulamaları. Büyük büyük mahkemeler, büyük büyük cezalar.
Sosyal medya numaraları.
Sevap olan yalanlar, sevap olan üçkağıtlar.
Haşa, rıza-i Bari için yapılan haksızlıklar!
İftiralar, yakıştırmalar, senaryolar.
Toplum mühendislikleri, insan mühendislikleri.
Hırsın, namussuzluğun ucu bucağı yokmuş, işi darbeye, uçakla adam, makinalı tüfekle öldürmeye kadar vardırdılar.
Komşularını öldürdüler. Meslektaşlarını öldürdüler. Sözüm ona Allah rızası için! Var mı daha ötesi?
Şimdi düşünüyorum da, biz, bunlarla mücadele ederken kötü bir ahlak mı edindik?
Cevabını herkes kendisi versin.
İçlerindeki kötülük, kötü haslet (‘Kötü ruh’ demek istemediğim için bu kelimeleri tercih ettim) bizim insanlarımıza mı hulul etti?
Nasıl oldu da lisanımız onların lisanına benzedi?
Sonradan çıkmaları umursamıyorum. Ama ‘biz’i umursuyorum.
Daha ne olacaktı ‘biz’e?
Birbirimizin ‘elinden ve dilinden emin’ olmamak yeterince kötü değil mi?
Nereden icap etti şimdi bu sualler?
Son zamanlarda ortalığı kasıp kavuran münakaşalardan.
Ben pek takip etmiyorum sosyal medyayı. İnsanlar anlatıyor, tartışıyor. İşitiyorum.
Kilimlerimizin altında, seccadelerimizin altında neler biriktirmişiz?
Bu durumda biz, kendi imtihanımızı kazanıyor muyuz, kayıp mı ediyoruz?
Bunun da cevabını da herkes kendisi versin.
Kendisine versin.