‘Bizde yanlış yok’ mu?
Plan proje mevzularıyla uğraşırken... Avrupalıların Osmanlı’yı parçalama, paylaşma hesaplarıyla ilgili metinler okurken aklıma Haçlılar’ın Şam’a yaptıkları büyük bir saldırının hikayesi geldi.
Kitabın çevirisini ben yaptığım için hatırlıyorum. (İbretler Kitabı, Üsame İbn Münkız, Kitabevi Yayınları.)
Üsame şöyle anlatıyor miladi 1113 senesindeki ‘proje’yi:
“Frenkler (Allah onları aciz bıraksın) hep birlikte güçlerini Şam’da toplayıp orayı ele geçirmek üzere karar aldılar. Büyük bir ordu topladılar. Bu orduya Ruha (Urfa), Tell Beşir ve Antakya Prensleri de katıldı. (O yıllarda bu şehirler Frenklerin işgalinde. Kudüs dahil.) Prensler Şam’ı ele geçireceklerinden öylesine emindiler ki, Şam’ın evlerini, hamamlarını, pazarlarını aralarında paylaşmışlar ve parasını ödeyen tüccarlara şimdiden satmışlardı.”
Tabii evdeki hesap çarşıya uymuyor.
“Allah’ın inayetiyle Şam’daki Müslümanlar Frenklere galip geldiler, çok sayıda adamlarını kılıçtan geçirdiler ve hayvanlarını aldılar. Onlar da Şam’ı sefil ve zelil bir şekilde terk ettiler.”
Bugün Şam’ın, Kudüs’ün, 900 yıl öncekinden daha iyi durumda olduğunu söyleyemeyiz.
Üsame’nin anlattığı saldırıdan bir müddet sonra bütün bölge işgalden kurtuldu, Müslümanları toparlayan büyük sultan Salahaddin Eyyubi Kudüs’ü yeniden fethetti.
Sonraki yüzyıllar da, Müslümanların öncülüğüyle geçti. En azından 4-5 yüzyıl.
Yani, büyük Haçlı projesi tutmadı.
Osmanlı’yı parçalama senaryoları da uzun zaman tutmadı.
Batılı senaristlerin harıl harıl başımıza çorap ördüğü yıllarda Montesquieu (Ö. 1755) senaryolara bakarak bir tespitte bulunmuş:
“Bu projeler ya ciddiyetten uzaktırlar ya da Avrupa’nın çıkarlarını düşünmeyenler tarafından yapılmışlardır. Türklerin İmparatorluğu şu sıralar Bizanslıların eskiden düştüğü zayıflık derecesindedir, ancak daha uzun süre yaşamaya devam edecektir.”
Montesquieu’nün tahmini en az 150 sene geçerliliğini korudu.
Zamanla, Avrupalılar iyice güçlenip, bizim zaaflarımız bizi içten çürütmeye başlayınca, projeler daha somutlaştı.
Djuvara’nın kitabında, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasıyla ilgili ilginç pasajlar var.
Yazarı belli olmayan 1896 tarihli bir projede İstanbul dahil bütün Anadolu’nun Rusya’ya, Suriye ve Filistin’in Fransa’ya, Mısır ve Basra Körfezi kıyılarının İngiltere’ye, Balkanlar’ın Avusturya-Macaristan’a, Trablusgarp’ın da İtalya’ya verileceği yazıyor.
29 Aralık 1911 tarihli L’independance Belge adlı Belçika gazetesinde yayınlanan şu proje ise, neredeyse Üsame’nin anlattığı Şam projesine benziyor. Mahallelere kadar paylaşmışlar!
Haydarpaşa ve çevresi Almanya’ya verilecek, Beyoğlu Fransızların olacak, Boğaziçi sırtları Rusların olacak. Suriçi’ni İngiltere, Galata’yı Avusturya alacak.
Tabii, hayatın akışı içinde projelerde değişiklikler oldu. Almanya paylaşımdan çıkarıldı. Rusya, Bolşevik İhtilali yüzünden kendisi çıktı.
Ama, eni konu, Osmanlı parçalandı, Anadolu ve Rumeli paylaşıldı.
Yani projeler tutmaz diye bir şey yok.
10. asırda tutmamış, 15. asırda tutmamış, 17., 18. asırda tutmamış ama, 19. ve 20. asırda tuttu işte, gördük.
Bu projelerin tutmasında, bizim politikalarımızın savrukluğu, yer yer tutarsızlığı, kendi gafletimiz, öngörüsüzlüğümüz...
İçeride bir bütünlük sağlayamamamız, küçük hesapların, küçük menfaatlerin peşine düşmelerimiz, yanlış tercihlerimiz, bizi parçalamak isteyenlerin fiillerinden daha etkili olmuştur.
Şimdi de, bir proje anaforunun içindeyiz.
Herkes, birtakım projelerden bahsediyor.
FETÖ, bir projeydi mesela.
Çok tedbirli sayılmazdık.
Allah onları şaşırttı da darbeye millet uyanıkken başladılar.
Böylece atlattık.
Öteki projeler... Sınırlarımızın ötesinde veya berisinde, ne kadar varsalar.
(Allah bu millete kötülük etmek isteyenlerin hilelerini kendi başlarına yıksın!)
Ancak bizim kendi bünyemizde açtığımız yaralardan, gafletimizden, yanlışlarımızdan istifadeyle bir netice alabilir.
Öyleyse, kendimizdeki yanlışı, noksanı bulmamız ve onarmamız lazım.
‘Bizde yanlış yok’ mu?
Böyle düşünmek, yanlışların ilki ve en vahimidir.