Bir ‘dönüm noktası’ daha...
Dünkü kongreye gitmek istiyordum. Bir dönüm noktasıydı bu kongre. AK Parti’nin tabii lideri Erdoğan, fiili olarak partisinin Genel Başkanlığı’na dönüyor. Bu tarihi bir değişiklik. Yakından tanık olmak anlamlıydı. Fakat gidemedim.
Arkadaşım Nurettin Yaşar’ın babası Hasan Amca rahmete gitti. Cenazesinde bulunmak istedim. Malatya’ya gittim.
İyi de oldu. Malatya’da bir çok arkadaşımla ve tabii Malatya’daki dostlarla biraz haşır neşir olduk.
Ne güzel insanlarımız var. Onlarla hemhal olduk.
Kendimi tarttım, baktım ki, Malatya’dan İstanbul’a dönüp tekrar Ankara’ya kongreye gitmek ağır gelecek. Üst üste iki yorgunluğu göze alamadım. Kongreyi artık ekranlardan izlerim dedim.
Cumhurbaşkanımız, hem partisine, hem ülkesine ‘dönüm noktaları’ olarak nitelenebilecek müstesna vakitleri yaşatmasını biliyor.
Bir heyecan bitmeden ötekisi başlıyor.
İşte, geçen ay, referandumla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kabul edildi.
Ardından, Erdoğan Partisine yeniden üye oldu.
Şimdi de yeniden Genel Başkan.
Herhalde, Celal Bayar’dan beri Cumhurbaşkanlığı Forsu taşıyan ilk Genel Başkan.
‘Ama Erdoğan, zaten partisini kendisi yönetiyordu, bunun neresi dönüm noktası?’ diyebilirsiniz.
Hayır. Şimdi, doğrudan, arada herhangi bir mekanizma olmadan yönetecek. Genel Başkan olarak parti içi organlarının doğrudan başında olacak. Bu, farklı bir şey.
998 gün olmuş, Erdoğan’ın partisiyle ‘resmi’ irtibatı kesileli.
‘Mevzuat’ın icbar ettiği bu hal, AK Parti gerçeğini dikkate alarak baktığımızda, sağlıklı değildi.
Muhtemeldir ki, ANAP’ın siyaset sahnesinden silinmesinde Özal’ın Cumhurbaşkanı olup partisiyle irtibatının zaafa uğramasının etkisi vardır.
Keza, DYP’nin siyaset sahnesinden silinmesinde Demirel’in köşke çıkmasının etkisi vardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı sistemine ön ayak olarak kendi partisinde bir takım zaafların oluşmasına mani oldu bir bakıma.
Erdoğan, partisini eskitmek istemedi ve gereğini yaptı.
Aynı şeyi Özal da, Demirel de yapmak isterdi muhtemelen.
Fakat, onlar bunu başaracak güce sahip olamadılar.
Bazen düşünüyorum. Bu Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmeden önce yapılabilseydi, şu 998 gün içinde parti içinde ortaya çıkan bazı sorunlar varit olmayabilirdi.
Bu son cümleyi ‘lüzumsuz laf’ olarak görebilirsiniz. Çünkü gerçekten hiç kimseye faydası yok. Ama olsun. Arası sıra lüzumsuz laf da edebilir insanlar.
Listelerde değişiklikler oldu. Yönetim gençleşti. AK Parti’nin yeni seçmenler arasında oy oranlarının azaldığına dair değerlendirmeler var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘gençlik’ olgusunu giderek artan bir şekilde vurgulaması beklenebilir.
Şimdi yeni oluşan listelere bakarak isimler üzerinde yorumlar yapmak teamüle uygun düşerdi.
Hatta listelerdeki azaların niteliklerinden hareketle partinin bundan sonraki gidişatı hakkında fikir yürütmek...
Fakat, ‘fiili durum’ bu konuda yapılabilecek yorumları biraz geri plana itiyor.
AK Parti, tabii liderinin doğrudan yönetiminde artık.
Onun üslubuna bakmak, onun gösterdiği istikameti anlamak, zannediyorum partide daha öncelikli.
Kongrenin toplanma vesilesi gibi (Cumhurbaşkanı’nın Genel Başkan seçilmesi) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması da, yeni bir başlangıcı işaretliyor.
Çıta yüzde 35, 45, 49 değil. Artık yüzde 50+1.
Bütün partiyi, bütün teşkilatları, bütün kadroları en az 2019 Kasım’ına kadar sürecek yoğun bir çalışma dönemi bekliyor.
Kimsenin kaytarma lüksü yok, gevşeme lüksü yok.
Teşkilatlarda, yeni döneme uygun bir yenilenme de yapılacak.
‘Herkesin özgürlüğünün teminat altında olduğuna’ dair vurguları bende ‘balkon konuşması’ çağrışımı yaptı.
“Hiç kimse kendisini ötekileştirilmiş hissetmesin. Hiç kimse özgürlük alanını tehdit altında görmesin.”
Bu cümle, fiiliyatta bazı müspet adımların atılacağına işaret olabilir.
Başka önemli ‘tema’lar da vardı.
PKK terörüyle, Fetö terörüyle daha etkin mücadele.
Özellikle Fetö terörüyle mücadelede kafa karışıklığına yol açan bazı adli uygulamaların altını çizmesi.
Dış politika hedeflerinde bir değişiklik olmadığını söylerken milletin ‘izzet-i nefsi’nin ehemmiyetine vurgu yapılması...
Kongre salonunda bütün 15 Temmuz şehitlerini temsilen Erol Olçak’ın ve oğlu Abdullah’ın portrelerinin asılması bir kadirşinaslık örneğiydi.
‘Temsilen’ diyorum. Çünkü, o şehitlerin hepsinin hatırası kıymetlidir.
Ekranlara, konuşmalara, yorumlara çok yansımasa da... Başbakan Binali Yıldırım’ın bütün bu süreçlerdeki feragati, sadakati dikkate değerdi.