Asaf Halet’le teneffüs
Ne kadar güzel, ne kadar beyefendi bir isim, ‘Asaf Halet Çelebi’ ismi.
‘İsmiyle müsemma’ denir ya... Kendisi de, şiiri de öyle Asaf Halet Çelebi’nin.
Kimsenin rehberliği olmadan yakaladım Asaf Halet Çelebi’nin şiirini. Gittim, kitapçıdan bir antoloji aldım.
Ülkü Tamer’in Türk Şiiri Antolojisi. Sene 1973 olabilir.
Necip Fazıl’ı, Nazım Hikmet’i, Ahmet Haşim’i, Orhan Veli’yi Bedri Rahmi’yi, daha nicelerini elbette biliyordum.
Ama mesela Gülten Akın’ı, Mustafa Seyit Sutüven’i, Asaf Halet’i ve daha bir çok şairi bilmiyordum. Hatta Ülkü Tamer’i bile bilmiyordum.
İşte, Asaf Halet Çelebi’yi ilk o kitapta gördüm ve sevdim.
Yine aynı yıllarda bir şiir kaseti vardı.
Kasette, Semih Sergen, üstad Sezai Karakoç’un Monna Roza’sını okuyordu. (İnşallah hafızam beni yanıltmıyordur. Hatırlayan akranlarım varsa beni tashih etmelerini çok isterim.)
Bizim o zamanki aklımıza göre güzel bir okumaydı.
O kasetin münderecatında, başka bir ses Asaf Halet’in birkaç şiirini okuyordu.
Sesi çok iyi hatırlıyorum. Derinden gelen fakat kuvvetli bir sesti. Asaf Halet’in şiirindeki gizemli havaya uygundu.
***
Bu satırları okuyanların o sesi işitmelerini isterdim.
“İbrahim
İçimdeki putları devir/Elindeki baltayla
Kırılan putların yerine/Yenilerini koyan kim”
Ben, ihtiyaç halinde bu mısraları, bilhassa ilk üçünü, sesli sesli söylemeyi severim.
Tabii post-modern çağda biz putları evcilleştirdik. Putlar da bizi evcilleştirdi. Geçinip gidiyoruz.
Nerede, putlara karşı eski duyarlılıklarımız?
“dağın içinde ne var ki/güm güm öter
ya senin içinde ne var/ferhat”
Başka bir ritim var Asaf Halet’in şiirinde. Evvelce ‘aruz’un şiirin içinde vücuda getirdiği ritim, seslerle yapılıyor.
Dağın içindeki ‘güm güm’ sesiyle Ferhat’ın içinden gelen ses, başka türlü bir vezin oluşturuyor.
Asaf Halet, değme entelektüelleri komplekse sokacak kadar bilge bir adam.
Farisi biliyor. Sanskritçe biliyor. Fransızca biliyor. Arapça biliyor. Hintçe biliyor.
Bu dilleri, edebiyatlarına vakıf olacak kadar, hatta bazılarında şiir yazacak kadar biliyor.
Musıki biliyor. Ney üflüyor. Bir Mevlevi, aynı zamanda.
Bunların hepsini bir İstanbul efendisinde bir araya toplayınca nasıl bir şiir çıkar ortaya?
Ve Asaf Halet’in, Hind’den Mağrib’e kadar uzanan ‘jeokültürel’ kapsama alanı.
Asaf Halet’inki gibi muhteşem bir şiir çıkar.
Hind eksik oldu. Çin’e kadar gidelim.
Ayna şiiri, büyü gibi bir şey.
Diyor ki, aynada görünen Çin padişahının kızı...
Gelemem
“ancak bir gün
hayalin gibi seni de
bu aynanın içine alıp
kaybolacağım”
Şu şiirin başında, Cüneyd-i Bağdadi’ye izafe edilen ‘leyse fi cübbeti siva’Allah’ sözü var.
“Bakanlar bana/gövdemi görürler
ben başka yerdeyim
gömenler beni/gövdemi gömerler
ben başka yerdeyim”
Rumi’den Hind’e deruni bir yol. İşte, Sidharta.
“niyagrodha
koskoca bir ağaç görüyorum
ufacık bir tohumda
ben bir meyvayım
ağacım alem”
***
‘Vahdet-i vücud’ demeyelim isterseniz. Sadece ‘Vahdet’ diyelim.
Asaf Halet’in şiirinde bazen Sanskritçe, bazen Kıptice, bazen başka dillerden kelimeler, cümleler var.
“Om mani padme hum” bunlardan biri.
Şiirin içinde öyle mütenasip duruyorlar ki, anlamının peşine düşme ihtiyacı duymuyorsunuz.
Asaf Halet, bunları anlam olarak ve ses olarak kullanıyor.
Bazılarını aradım buldum. Ama şimdi nedir deseniz tarif edemem.
Okuduklarımdan, ‘om mani padme hum’un mutlak bir saadet halini ya da o hali çağırmayı ifade ettiğini hissettim.
Bakın, ‘anladım’ demiyorum, hissettim.
Asaf Halet’in şiiri çok zengin bir kültürel arka plandan doğuyor.
Nesirlerini okuyunca şiirine daha çok yaklaşırsınız.
Yüzeyselliğin çok yaygınlaştığını düşünüyorsanız ve bundan sıkıldıysanız, Asaf Halet’in şiirleriyle bir teneffüsü tavsiye ederim.