O programın banttan tekrarını izlerken...
"Halkı T.C. Hükümetine Karşı Silahlı İsyana Tahrik", “Cumhurbaşkanı’na hakaret”
Ünlü komedyenler Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in polis nezaretinde savcılığa getirilmesine neden olan, mahkemeden adli kontrolle (yurtdışı yasağı ve haftada bir karakolda imza atmak) serbest bırakıldıkları ve tutuksuz yargılanacakları suçlar bunlar.
Ağır suçlamalar bunlar.
Bu suçlamaların sebebi Halk Tv’de yayınlanan gazeteci Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası programında yaptıkları konuşmalar.
Konuşmalar hakkında günlerdir televizyonlarda ve internette kısa videolar dolaşıyor. Büyük bir çoğunluk bu kısa videoları izleyerek kararını verdi.
Ama uzun bir konuşmanın kaydı ya da bir televizyon yayınında söylenen sözler üzerine kanaat oluşturmak için o kısa kesilmiş videolara güvenmemek için çok yeterli sebeplerimiz var.
Alparslan Kuytul, Altan/Ilıcak davaları bunun en berbat örneklerinden. O davalar uzun konuşmalar içinden, bağlamından koparılarak kesilip biçilmiş ve dolaşıma sokulmuş kısa videolar üzerine kuruldu. Hala daha hükümler o kesilmiş kayıtlar üzerinden veriliyor. Kimse de merak edip hepsi bir Google uzaklıkta olan orijinal kayıtlara bakmıyor.
O yüzden bu soruşturmada öyle yapmayalım ve Youtube’dan Halk Tv’deki programın tam kaydını bulalım.
O da ne tam 2 saat 53 dakika!
Acaba bu program üzerinde anında soruşturma açan, raporlar yazan polisler, savcılar ve bu konuşmalar üzerine haber yapan, kanaat bildirenlerden kaçı bu üç saatlik büyük zahmete girişti?
Tabii kolay değil. Halk Tv’de üç saatlik tek taraflı bir tartışma programını izlemek için insanın hem epey boş vakti hem de sağlam bir sabrı olmalı.
Uğur Dündar’ın Halk Arenası programı, Halk Tv’nin en popüler programı. Seyircili bir program bu. Kapalı ve açık salonlarda kalabalık ve çoşkulu izleyicilerin önünde çekiliyor.
Bu salonların çoğu da CHP’li belediyelere ait. Gelenlerin siyasi menşeini tarif etmeye herhalde gerek yok.
Bu kez Halk Arena’sı Kadıköy Belediyesi’nin bir salonunda çekilmiş. Salon hınca hınç dolu.
Program salondaki izleyicilerin coşkulu “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” tezahüratlarıyla başlıyor. Sonra öğreniyoruz ki programda bu bir gelenek. Programın kapanışı da İzmir Marşı ile yapılıyor.
Kameralar izleyici sıralarını gösterirken programın izleyicilerinin yaş ortalamasının da bir hayli yüksek olduğu göze çarpıyor.
“Silahlı isyana tahrik edildiği” ileri sürülen bu insanların yaş ortalaması muhtemelen 65 üstü.
Program hastaneye kaldırılan oyuncu Ayşen Gruda hakkında konuşmalarla başlıyor.
Müjdat Gezen son haberleri veriyor, üzüntülerini ve durumunun ciddi olduğunu anlattıktan sonra da konuyu değiştirmek istediğini söyleyip, Cumhurbaşkanı’nın Kadıköy, Beşiktaş’ta oturanlara “Türkiye’nin kaymağını yiyenler” dediği konuşmasına sözü getiriyor:
“Ayrıca bu gece Kadıköy’deyiz. Konumu, konuyu değiştirmek istiyorum izin verirsen. İstanbul’un kaymak tabakası şu anda burada yav. Şuraya bak ya. (Salonda kahkaha ve alkışlar) Ben sana bir şey söyleyeyim, Uğur bak. Türkiye’de kıyamet kopsa bunların kılı kıpırdamaz, bak ben sana söyleyeyim. (Salonda kahkaha ve alkışlar)
Görüyorsun hali. Bir çoğunun bunların sarayları da vardır, onu da söyleyeyim. Çünkü bu AKP Genel başkanı Tayyip Erdoğan çıktı bir yığın isim saydı, Beşiktaş, Kadıköy de saydı. Sen Kadıköy de oturuyorsun di mi, ben de. Seni, beni, bizi, dedi ki ‘Türkiye’de kıyamet kopsa ha, bunların kılı kıpırdamaz.’ Herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor, herkese haddini bildiriyor. Ya kardeşim böyle bir şey olmaz. Bak Recep Tayyip Erdoğan, sen benim, bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın, haddini bil. (Alkışlar- Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganları)”
İşte Müjdat Gezen’in Cumhurbaşkanı’na hakaretten mevcutlu savcılığa getirilmesi ve yurtdışı yasağı ve haftada bir karakolda imza kaydıyla tutuksuz yargılanmak üzere bırakılmasına neden olan sözlerinin sansürsüz tam dökümü böyle
(Program sırasında, Uğur Dündar ile Müjdat Gezen arasında bir kaç kez bu sözleri yüzünden yargılanabileceği esprileri yapılmış.
“Dündar: Şimdi madem Kadıköy’deyiz toplumda büyük bir kutuplaşma var. Bazıları Müjdat’ın sözlerini adım gibi biliyorum cımbızlayacaklar.
Gezen: Cımbızlanacak bir şey yok ki, o ne dediyse onu söyledim ben.
Dündar: Yine de cımbızlayacaklar
Gezen: Cımbızlasalar ne olur Uğur, zaten kapıya her gün bir celp geliyor.”)
Bu davadan çıkacak karar “Haddini bil” demenin hakaret olup olmadığı hakkında da ilginç bir karar olacak.
İlginç çünkü bu söz hakaret kabul edilirse, Cumhurbaşkanı ve diğer siyasi parti liderlerinin neredeyse her salı günkü Meclis konuşmalarında birbirilerine ve başka liderlere karşı kullanmaktan epey hoşlandıkları bu terkipten vazgeçmeleri gerekecek.
Müjdat Gezen kısmı bu kadar.
Geçelim Metin Akpınar’ın "Halkı T.C. Hükümetine Karşı Silahlı İsyana Tahrik" suçundan yargılanmasına neden olan konuşmalarına.
Konuşmalar, çünkü internette bu programdan Akpınar’ın iki ayrı konuşma videosu dolaşımda. İkisi aynı programda ama birbirinden bir saat arayla yapılmış konuşmalar bunlar.
Ama haber ve yorumlarda bu iki konuşmadan sanki aynı anda ve birbiriyle ilgili olarak söylenmişler gibi bahsediliyor.
Şimdi tek tek onları dinleyelim.
Önce “ayağından asılır”lı konuşmanın tam dökümüne bakalım:
“Efendim yalnız sanatçılar kaybolmuyor dünyadan, bazı hayvan popülasyonları da kayboluyor. Bunlardan biri de Tanrı’nın çok estetik kaygıyla yaratmadığı gergedan. Boynuzlarını kesiyorlar, afrodizyak diye nesli tükeniyor. Son zamanlarda Türkiye'de de görüşen bir grip virüsünün adı da gergedan. Yüzde 41’i gergedan virüsünden oluyormuş. Virüs olarak yaşadığı gibi bizim ülkemizde artarak çoğalan bir gergedan soyu var. (Alkış ve kahkahalar) Hitler, Hinderburg’u kandırıp iktidara geldiğinde faşizmin ayak sesleri yükselirken, Ionesco, Gergedan diye bir oyun yazdı. Biz de o oyunu oynadık. Paris’te bir bistroya bir adam koşarak girer “Bir gergedan kovaladı beni, evden buraya kadar” der. Cafe’dekiler dalga geçerler. Afrika gergedanı mıydı, Asya gergedanı mıydı? Tek boynuzlu muydu, çift boynuzlu mu. Hadi canın olur mu öyle şey. Fakat bir süre sonra gergedanlar giderek artarlar. Sonra o gergedanlar için güzel sözler söylenmeye başlar. Çok da sevimsiz hayvanlar değil bunlar. Bak rengi de böyle hakimsi. Bir de çok güçlüler kuvvetliler, maşallah, girdikleri her yeri dağıtıyorlar diye. Önce bünyelerinde sindirmeye başlarlar. Sonra da gergedanlaşmaya başlarlar. Giderek herkes gergedan olur. Sonunda sarhoş Berenger, sevgilisi Daisy’yi de gergedan ortamına gönderdikten sonra “Ben insan doğdum, insan kalacağım” diyerek haykırır. Şimdi bizde de gergedanlar sadece faşizmin ayak seslerini hatırlatan postallı gergedanlar değil, köktendincilik gergedanları ve etnik kimlik ayrımcı gergedanlar ve onların bazı kolları olan bir gergedan nesli büyüdü. Kargaşayı da, bölünmeyi de polarizasyonu da maalesef bunlar yapıyor. Bunların karşısında ancak insan olarak, insanlığımıza sahip çıkarak bunları saf dışı etmek zorundayız başka çaremiz yok diye düşünüyorum. (Alkışlar) Bu polarizasyon böyle giderse, bırakın sokakta hak aramayı, iç savaşa kadar gideriz. Allah göstermesin. Bunu hiçbirimiz arzulamadığımız için gene bazı kavram kargaşası yaratan tarifleri yeniden yapmak gerekir diye düşünüyorum. Demokrasi için bizi hep eşitlik diye kandırdılar, sonra eşit olmadığımızı anladık. Sonra çoğunluğun karşısında azınlığın haklarının korunduğu kurum ve kuralların olduğu rejim dediler. Ama baktık o da olmuyor. Çoğunlukçu değil, çoğulcu bir şeye gittik. Sayısal üstünlük çoğalan hakkını gücüyle aldı. Öbür tarafı da koruyan yok. Etrafını cami ağyarını mani bir tarif yapmak gerekirse demokrasiyi şöyle tarif etmek gerektiğini düşünüyorum. Bize demokrasi anlatıldığı gibi, herkesin aynı düşündüğü bir ortam asla olmamalı. Tam tersi, tam aksi düşünenlerin şiddet unsuru ve dayatma olmaksızın birlikte yaşayabildikleri bir rejimin adı olması lazım. Bir başka tarifi de hepimizin özen göstermesi gereken eğer patolojisi yoksa, bireylerin özgür iradesiyle geleceklerini tayin edebildikleri bir rejim demokrasidir. Bu polarizasyondan, kargaşadan kurtulmamızın tek çaresi de demokrasi diye düşünüyorum. Oraya ulaşabilirsek ne ala, kavga dövüş olmaz, biz bu işin içinden çıkarız. Ulaşamazsak her faşizmin olduğu gibi, karşılaştığı gibi belki liderinin ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki adı geçen başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir ama bize yazık olur biz harap oluruz. Bu güzel bir ülke. Necip Türk milleti necip Türk milletidir, bize kıymasınlar. Bizim şimdi demokrasi adına direnmemiz gerekli. Bu direnci gösteriyor muyuz? Ben çok gösterdiğimiz kanaatinde değilim. Cumhuriyet güzel bir rejim. Cumhur yani halkın kendi kendini yönetmesi ama ne Cumhuriyetler var. Demek ki tek başına cumhuriyet yetmiyor....”
Konuşmanın tam dökümü böyle.
Dağınık, içinde pek çok yanlış olan, yanlış anlaşılmalara müsait bir televizyon konuşması bu. Ama burada her hangi bir darbe iması yok. Bir isim de geçmiyor. Ama daha yeni darbe olmuş bir ülkede, “ayaktan asılan, zehirlenen faşizm liderleri” sözleri yakışıksız, talihsiz bulunabilir. Konuşmada Türkiye’den bahsedildiği için burada Cumhurbaşkanı’nın ima edildiği söylenebilir. Ama o imadan bir tehdit çıkarmak da zorlama olur. 77 yaşındaki bir komedyenin bu tehdidi gerçekleştirebilecek bir fail olmadığı da açık. Halkın bir kısmını gergedana benzetmesi belki daha rahatsız edici.
Ama bu konuşmadan nasıl “Halkı T.C. Hükümetine Karşı Silahlı İsyana Tahrik" suçlaması çıkabildiğini herhalde iddianame yazılınca göreceğiz.
Şimdi konuşmanın diğer problemli bölümüne bakalım. Darbe, ihtilal sözü bu bölümde geçiyor. Ama bu program sırasında az önceki konuşmadan bir saat sonra, başka bir bağlamda yapılmış bir başka konuşma. Bu programda sık sık yaşandığı gibi konunun yeniden Atatürk’e geldiği bir bölümde geçiyor. Uğur Dündar’ın Atatürk’ün faziletleriyle ilgili sorusuna Metin Akpınar cevap vermiş:
“Mustafa Kemal bize hep bize iyi bir asker olarak tanıtıldı ama Mustafa Kemal’in başka hasletleri de var. Müthiş bir futuralist mesela. 1991’de Sovyet Rusya’nın dağılacağını 36’da söylüyor. Bu kadar öncül görülü bir adam. Beyni, gönlü bu kadar açık bir adam. Artı şok iyi bir asker ama çok iyi de mi bir stratej. Bugün Putin’in de söylediği gibi . Bolşevik olmadığı halde Bolşevizmi gösterip Ruslardan yardım alan bir stratej. Onun dışında kim Rusya’ya döndüyse iktidardan gitti, onu da söyleyeyim. Adnan Menderes bir ay sonra randevu almıştı, ihtilal oldu. Süleyman Demirel aynı şekilde Kuzey’e döndüğü zaman ihtilal oldu. Bakalım darısı kimin başına. (Gülüşmeler- alkışlar)
Uğur Dündar: Aman ihtilal falan olmasın, aman. O devirler çok geride kalmış olsun.
Metin Akpınar: Efendim Mustafa Kemal’in devrimleri öyle kolay yok edilecek devrimler değil. Bence büyük başarısı orada. Bugün harf inkılabına karşı çıkmak mümkün mü?...”
Tabii bu konuşmada da yanlış bilgiler, kelimeler var. “Füturalist”, “stratej” gibi. Ayrıca Atatürk’ün Sovyetlerin çöküşünü 1936’da gördüğü de bir efsane. Neyse.
Esas mesele konuşmanın ihtilal çağrısı yaptığı iddia edilen bölümü. Burada yüzünü Rusya’ya dönen iktidarlar, ihtilalle devrilmiş derken, yaygın bir sol komplo teorisi dillendirilmek istenmiş. “Bütün darbelerin arkasında ABD vardır ve hangi iktidar yüzünü Rusya’ya dönse ABD darbesi gelir” deniyor özetle. Ama Atatürk dışında. Yani yüzünü Rusya’ya dönmek Akpınar için kötü bir şey değil. Darbeyi savunan değil, eleştiren bir konuşma bu. Sonunda espriyle söylediği “bakalım darısı kimin başına” sözünden kastın Türkiye ile Rusya’nın bugünkü iyi ilişkileri olduğu açık ama bunun bir dilek olmadığı da belli. Yeni darbe girişimi yaşamış bir ülkede münasebetsiz bir espri olabilir ama bunun da bir darbe çağrısı olmadığı açık değil mi?
75 yaş üstü iki komedyen isteseler de ortalama 70 yaş üstü bir kalabalığa konuşup onları “Halkı T.C. Hükümetine Karşı Silahlı İsyana Tahrik” edemezler.
Bu üç saatlik programı izleyince, ardından bu konuşmalara bu kadar anlamlar yüklenmesini, iki ünlü komedyenin polis nezaretinde savcılığa getirilmesini, adli kontrol kararını, edilen onca sözü düşünce insan ülkenin uğraştığı şeyler için üzülüyor.
Ama birbirine güvenmeyen, birbirine karşı hınçla dolu bir toplum var karşımızda. Yaşanan acı tecrübelerin tahribatı kolay geçmiyor. Kötü imalar, aşırı alınganlıklar ve çarpık/taraflı bilgi kanalları birbirini besliyor. Dil çok sert, kavgadan beslenenlerin sayısı çok, hukuk da çok kolay bu kavganın aracı haline geliyor.
Olan da ülkeye ve tabii bu yazıyı yazmak için üç saat Halk Tv izlemek zorunda kalmış yazarlara oluyor...