İstismar bunun neresinde?
17 Eylül 2003 günü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye aleyhine açılmış bir davada benzer davalardan daha hızlı bir karar verdi.
Kararın hızlıca alınmasının sebebi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin suçlamaları kabul edip, dostane çözüm yoluna gitmeyi tercih etmesiydi.
Türkiye’de yeni bir dönem başlamış, OHAL kaldırılmış, “işkenceye sıfır tolerans” diyen yeni hükümet eski Türkiye’nin günahları için mahkemede savunma yapmak istememişti.
Türkiye hükümeti adına mahkemeye gönderilen yazıda olaydan duyulan üzüntü bildirilmiş ve bir daha benzer olayların yaşanmaması için hükümetin bütün önlemleri aldığı ve alacağı taahhüt edilmişti:
“Hükümetimiz mevcut Türk yasalarına ve Hükümet'in bu tür olayları engelleme girişimlerine rağmen mevcut davanın açılmasına neden Fehmi Tosun'nun kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının,
AİHS'nin 2. maddesinin ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir. Hükümet yaşama hakkının gelecekte güvence altına alınmasını sağlamak için, gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etmiştir. Bu konuda, Hükümet, kısa zamanda uygulama konan
idari ve yasal önlemlerle yürütülen soruşturmaları daha etkili kıldığını ve mevcut davadaki benzer koşullarda meydana gelen kayıp ve yasadışı olarak bireyin özgürlüğünün kısıtlanması olaylarının azaltılmasını sağladığını belirtmiştir.”
Hükümetin 40 bin Euro tazminat ödemeyi kabul ettiği kişi Fehmi Tosun’un davayı açan 37 yaşındaki eşi Hanım Tosun’du.
Tosun ailesinin hikayesi Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Licök (Çalındır) köyünde başlamıştı.
Tütün ve meyve tarımıyla uğraşan yüz elli haneli köyde doğan ve burada evlenen Hanım ve Fehmi Tosun’un beş çocuğu vardı.
Rutin hayatlarını bozan 1991’de bazı komşu köylerin koruculuğu kabul edip silahlanması, Licök köyünün ise korucu olmayı reddetmesi oldu.
Korucularla başlayan gerginliklerde önce Hanım Tosun’un ağabeyi ve babası öldürüldü.
Sonra bir ihbar üzerine PKK’ya yardımdan aralarında Fehmi Tosun’un da olduğu altı köylü tutuklandı.
Üç yıl dokuz ay hapis yatan Fehmi Tosun, hapisten çıkınca aile İstanbul’a taşındı. Avcılar’da bodrum katında bir ev tuttular. Fehmi Tosun, çocuklarıyla pazarda tezgahtarlık yapmaya başladı.
Ama sürekli sivil polis takibindeydi.
19 Ekim 1995 günü bir Renault arabayla evlerine gelen iki sivil Fehmi Tosun’u zorla bir arabaya sokarak götürdü. Arabaya binerken eşinin ve çocuklarının duyduğu son sözleri “İmdat, beni götürüyorlar, öldürmeye götürüyorlar” oldu.
Hanım Tosun hemen karşıdaki emlakçıdan karakolu aradı ve kocasının kaçırıldığını ihbar etti. 15 dakika sonra polis geldi. Komşuları olan bir çocuk arabanın plakasını almıştı. Karakola gittiler, plaka sahte çıkmıştı.
İstanbul’a geldiğinde Türkçe bilmeyen ve beş çocuğuyla baş başa kalan Hanım Tosun’un 23 yıldır devam eden hukuk mücadelesi o gün başladı.
Ertesi gün Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne ve Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne gidip birer dilekçe verdi. Ama hiçbir sonuç çıkmadı.
Daha sonra bir kere de Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu. Küçükçekmece Savcılığı’na aktarılan olayla o sırada orada görevli olan bir Cumhuriyet Savcısı yakından ilgilendi.
Savcı, 1995’den 1997’ye kadar düzenli aralıklarla Fehmi Tosun’un kaçırıldığı bölgeden sorumlu Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden belge ve delil talep etti. Bir sonuç alamayınca da bu dosyayla ilgilenen ve kendisini geçiştiren polis memuru hakkında dava açtı.
1997’de bir kere daha Küçükçekmece Emniyeti’nde ifade veren Hanım Tosun, dinlenmesi için olayın tanıklarının adlarını bildirdi. İfade üzerine Savcı bir kere daha bu tanıkların dinlenmesini talep etti ama yine bir sonuç çıkmadı.
Soruşturma böyle tıkanınca AİHM süreci başladı.
AİHM’den 2003’de karar açıklanana kadar Hanım Tosun’a, eşinin akıbetini araştırdığı mücadelesinde, Küçükçekmece Savcısı ve 1995’den beri birlikte Galatasaray Lisesi önünde oturdukları diğer kayıp yakınları dışında hiç beklemediği bir yerden daha destek gelmişti.
Ünlü İrlandalı grup U2, 1997’de çıkardığı Pop albümünün iç kapağına “Ekim 1997’de Türkiye’de ‘kaybolan’ Fehmi Tosun’u hatırla!” notu düşmüştü.
Ama bu uluslararası desteğe, AİHM kararına rağmen Fehmi Tosun’a ne olduğu sorusu cevapsız kalmayı sürdürdü.
Hanım Tosun, her hafta Cumartesi günleri Galatasaray Lisesi önündeki oturma eylemine katılmaya devam etti.
Fehmi Tosun’un adı yıllar sonra 2010 yılında bir kere daha gündeme geldi.
U2’nun konser için Türkiye’ye gelişiyle.
Konser için hükümetten bir bakanın ikna ettiği, Boğaz Köprüsü’nde bakanlarla fotoğraf çektiren U2’nun solisti Bono, konser öncesi Başbakan Erdoğan tarafından da kabul edildi.
Gazete haberlerine göre görüşmeye Başbakanlık tarafından Hanım Tosun da davet edilmiş ama Tosun diğer kayıp yakınları olmadan tek başına görüşmek istemediğini söylemişti.
Bono, görüşmede Erdoğan’a AİDS hastaları yararına hazırlanan kırmızı özel bir i-pod hediye etmiş, Türkiye’de insan hakları alanındaki reformları övmüş, hatta 2010 referandumu öncesine denk gelen bu ziyaret ve övgüler muhaliflerden eleştiri almıştı.
Görüşme sırasında Bono, Erdoğan’a neden hapis yattığını da sormuş, Başbakan o soruya verdiği cevabı ertesi günkü mitinginde anlatmıştı:
“U2 Bono ziyaretime geldi ve neden hapis yattığımı sordu. Söyleyince Bono kahkahayı bastı. Çünkü alışılmış bir şey değil. Bu ülke bunlardan çok çekti. O tezgahlardan biz de geçtik. Ama ne oldu, içeride özgürlüğün tadını öğrendik.”
Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki konser öncesi kuliste Bono ve U2 üyeleri Hanım Tosun ve çocuklarıyla buluştular. Konser sırasında sahneden Fehmi Tosun anıldı, onun için şarkı söylendi.
Hanım Tosun’un talep ettiği Cumartesi Anneleri ile Başbakan’ın buluşması ise altı ay sonra gerçekleşti. Ama uçağı rötar yaptığı için Tosun görüşmeye giremedi.
Bu görüşmeden sonra kayıpları bulmak için çalışmalara başlayan TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun davetiyle 2012 yılında Hanım Tosun Meclis’e gitti ve İnsan Hakları Komisyonu’nun ilgili alt komisyonunda konuştu.
Hanım Tosun ve 23 yıldır kayıp olan eşi Fehmi Tosun’un adını geçen hafta cumartesi günü bir kere daha duyduk.
“Cumartesi Anneleri”nin 700’üncü buluşmasına izin verilmeyince yaşanan polis müdahalesinde gözaltına alınan kızından bahseden haberlerde...
Devletin 15 yıl önce AİHM’de üzüntülerini bildirip tazminat ödediği, Başbakan tarafından görüşmeye çağrılmış, Meclis komisyonunda dinlenmiş ama bütün bunlara rağmen 23 yıl önce gözaltına alınan eşinin akıbeti hala meçhul olan Hanım Tosun artık her hafta Cumartesi günü bir lisenin önüne gidip eşinin fotoğraflarıyla bir saat oturamayacak.
23 yıl sonra bile olsa bir kadının gözaltına alınmış eşine ne olduğunu bilmek istemesi, hatta sadece mezar yerini talep etmesi ve bunun için 700 haftadır haftada bir gün bir saat bir lisenin önüne gelip oturması bir devlet için yeterince ayıptır. Eşinin suçu ne olursa ne olsun, ne yapmış olursa olsun, devletin gözaltına aldığı bir insanın sorumluluğu devlete aittir.
Bu eylemi kim organize ederse etsin, bunu kim siyasi amaçları için kullanırsa kullansın, devletin yapması gereken 699 kere yapılmış bir eylemi 700’üncüde polisle dağıtmak değil, bu haklı sorulara makul bir cevap vermek, bir istismar varsa bunu böyle bitirmektir.
Şüphesiz Türkiye’de fail-i meçhul sadece devletin işi değil. Örgütlerin kaybettiği, akıbetleri meçhul insanlar ve onların böyle eylemlere dahil edilmeyen, sessizliğe mahkum edilmiş aileleri de var. Akıllı ve güçlü bir devlet her şeyi polisle, yasakla çözeceğini düşünmez, örgüt infazlarının mağduru olmuş kayıp ailelerinin de hak arayışlarına destek vererek ahlaki üstünlüğünü korumaya çalışır.
Şimdi bu hikayeyi bir kere daha okuyup, istismarın nerede olduğunu bulmaya çalışalım...