Hapishaneden sandıkla çıkmak...
1957 yılında ülke İngiltere’den bağımsızlığını kazandığından beri Malezya’yı yöneten 60 yıllık Barisan Nasyonel iktidarı geçen haftaki seçimde devrildi.
İktidarı yıkan yabancı biri de değildi. Bu 60 yıllık iktidarın 22 yılına başbakan olarak imza atmış, Malezya’nın efsanevi lideri Mahathir Muhammed, 2003 yılında 77 yaşında emekliğe ayrıldığı siyasete 15 yıl sonra 92 yaşında dönerek eski talebelerini iktidardan etti ve dünya tarihinin en yaşlı Başbakan’ı unvanını aldı.
Ama bunu yalnız başına yapmadı. Mahathir’in seçime Başbakan adayı olarak girdiği Pakatan Harapan’ın (Umut Koalisyonu) esas lideri eski başbakan yardımcısı Enver İbrahim beş yıldır hapishanede. Malezya kanallarında sık sık hapishaneden bir hastaneye sevk edilmiş Enver İbrahim’in bu seçim zaferini televizyondan izlerken çekilmiş görüntüleri yayınlanıyor.
Toplam 11 yılı bulan mahpusluğunun sebebi ise epey belaltı yöntemlerle yapılan bir siyasi tasfiye operasyonu.
Şimdi müttefiki olan Mahathir Muhammed’in de bir zamanlar parçası olduğu (Daha sonra özür dilemişti) bu tasfiye operasyonunda, Malezya’nın gelecekteki lideri olarak bakılan İbrahim hakkında önce yolsuzluk dosyaları ortaya sürülmüş, onlar boş çıkınca bu kez eşinin şoförü onu kendisiyle eşcinsel ilişkiye girmekle suçlamıştı. Bu şeri hukukun geçerli olduğu Malezya’da ağır bir suç.
Enver İbrahim, altı yılını hapiste geçirdiği, yıllarca süren mahkemeler, çelişkili temyiz kararları sonrası serbest kaldıktan sonra 2008’de tekrar siyasete döndü. Muhalefet lideri olarak katıldığı 2013 seçimlerinden başarılı çıkmasına rağmen adaletsiz seçim sistemi yüzünden partisi iktidar olamayınca, İbrahim ve taraftarları sokaklarda sonuçları protesto ettiler.
Kısa bir süre sonra da Enver İbrahim hakkında yıllardır temyizde bekleyen cezalar onaylanıverdi ve İbrahim tekrar hapse girdi.
Ama o bu trajik hikayeden beş yıl sonra adını hapishaneden seçimleri kazanan liderler arasına yazdırmayı başardı.
Onu hapse attıran mevcut Başbakan Necip Rezak ve eşi hakkında ise milyar dolara varan yolsuzluk suçlamaları nedeniyle yurtdışına çıkış yasağı konmuş durumda.
Enver İbrahim, muhtemelen yarın çıkarılacak bir kraliyet affı ile hapishaneden çıkacak. Siyasete dönebilmesi için yasal sürenin dolmasından sonra da 92 yaşında dünyanın en yaşlı başbakanı unvanını alan eski hasmı yeni müttefiki Mahathir Muhammed’den başbakanlığı devralacak.
Seçimlere hapishaneden katılan liderler denince Türkiye’den ilk akla gelen isim ise şüphesiz hitabeti, hazır cevaplığı ve nüktedanlığıyla meşhur Osman Bölükbaşı.
1946 yılında siyasete Demokrat Parti’den giren ama DP’nin CHP’ye karşı politikalarını fazla ılımlı bulup istifa ederek Millet Partisi’ni kuran Bölükbaşı, hapishaneyle de ilk olarak 1949 yılında tanışmıştı. Suçlamalar ağırdı; “hükümeti devirmeye çalışmak, Bayar ve İnönü’ye suikast planı yapmak ve Ruslardan para almak.”
Bölükbaşı, bütün iddialar boş çıkıp hapishaneden tahliye edildikten kısa bir süre sonra gidilen 1950 seçimlerinde memleketi Kırşehir’den tek başına Meclis’e girmeyi başardı.
Etkili hitabeti, açık sözlülüğü ile DP’yi Meclis’te tek başına epey hırpalayan Bölükbaşı’nın 1953 yılında bu kez partisi “Atatürk’e hakaret, laikliğe aykırılık” iddialarıyla kapatıldı.
Millet Partisi kapatılınca Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni kuran Bölükbaşı, 1954 seçimlerinde memleketi Kırşehir’deki neredeyse bütün oyları ve vekillikleri alarak Meclis’e tekrar girdi. Kırşehirlilerin bu ısrarı Celal Bayar ve Adnan Menderes’i o kadar kızdırmıştı ki Kırşehir’i cezalandırmak için ilçeye çevirdiler.
1957 yılında gidilen baskın seçimlerinden önce iktidar, seçim yatırımı olarak tekrar Kırşehir’i il yapmaya karar verdi. Kararla ilgili Meclis’teki oturumda yine Bölükbaşı sahneye çıktı. Devlet büyüklerine hakaret ettiği iddiasıyla Meclis’te dokunulmazlığı kaldırıldı.
Ne zaman tutuklanacağı beklenirken, tekrar il yapılma töreni içim gittiği Kırşehir’de büyük bir kalabalık kendisini karşıladı. Bu sırada Emniyet Müdürü’nün güvenlik için arabasına bindirdiği Bölükbaşı’nın tutuklandığını düşünen halk, Emniyet Müdürü ve polislere saldırdı. Çıkan olaylardan sorumlu tutulan Bölükbaşı hakkında bir kez daha tutuklama kararı verildi.
Onu tutuklamak üzere polislerin geldiği evinin önünde büyük bir kalabalık da toplanmıştı. Kapıdan çıkan Bölükbaşı çocuklarını dizine oturttu. Daha sonra büyükelçi ve milletvekili olarak Türkiye’ye hizmet edecek, geçen aylarda kaybettiğimiz oğlu Deniz’e dönerek “Sen iki günlükken yine bir tertiple babanı zindana atmışlardı. Senden tek bir şey istiyorum. Vatana ve babana layık bir evlat ol. Ancak böyle demokrasi bayrağı elden ele geçecek ve hiç yere düşmeyecektir” dedi. Sonra beş yaşındaki kızının önünde çöktü ve şöyle dedi: “Bana hükümet hiç diz çöktüremedi yavrum, ama sen çöktürdün. Ama bil ki baban senin alnına hiç leke sürdürmedi.”
Kalabalığın protestoları arasında Bölükbaşı, hapse götürüldü. Seçim kampanyasını hapisten yönetti. Hapishanede saçlarının zorla kazıtıldığı haberleri muhalefeti ayağa kaldırdı. CHP lideri İnönü ve DP’den ayrılmış isimlerin kurduğu Hürriyet Partisi, Bölükbaşı’nın serbest bırakılmasını istediler. Hapisteyken bir kez daha baba olan Bölükbaşı’nı kutlayan telgraflar gönderdiler.
Ama tutuklama, baskılar seçimlerde yine ters tepti ve Bölükbaşı başta memleketi Kırşehir olmak üzere, sandıklardan oylarını artırarak çıktı. Milletvekili yeminini yattığı Ankara Cezaevi’ndeki koğuşunda yaptı.
Partisini Köylü Partisi ile birleştirip, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni kurdu. 1959’da bir kere daha hapse girdi. Darbeden sonra partisi İnönü Başbakanlığındaki hükümete destek verince, 28 vekil arkadaşıyla birlikte partisinden istifa ederek tekrar Millet Partisi’ni kurdu.
Kurucusu olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ise 1969 yılında yeni bir adla siyasi faaliyetlerine devam kararı aldı; Milliyetçi Hareket Partisi olarak...
1957 seçimlerinden 61 yıl sonra bir kez daha seçimlere giderken bir muhalefet lideri hapiste.
Tıpkı 1957 seçimlerinde olduğu gibi diğer muhalefet liderleri, CHP’nin adayı Muharrem İnce ve Saadet Partisi’nin adayı Temel Karamollaoğlu, hapisteki Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın seçimlerin adil ve eşit olması için tahliye edilmesini istediler.
Bölükbaşı’nın kurduğu partinin devamı olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin lideri Devlet Bahçeli ise uzun süre Meclis’te yan yana oturduğu, tokalaştığı, kendi partisinden daha çok milletvekili çıkarmış Demirtaş ile ilgili bu çağrılara, “kahraman” olduğunu söylediği iki mafya liderine af çıkarılmasıyla ilgili çağrıyla karşılık verdi.
Bütün dünya medyasında 24 haziran seçimleri ile ilgili en dikkat çeken konuların başında gelen altı cumhurbaşkanı adayından biri Demirtaş’ın 2016 Kasım’ından beri süren tutukluluğu, hakkında Meclis’e gönderilen 31 adet fezlekeden oluşan 514 sayfalık bir iddianameye dayanıyor.
Bu 31 fezlekeden 10’u 2011-2012 tarihlerine ait. Bu yüzden de 514 sayfalık iddianamenin üçte ikisi 2009 yılındaki, hazırlayan polis ve savcıların bugün FETÖ’den tutuklu olduğu KCK iddianamesinden alınmış.
Neredeyse tamamı kopyalanmış iddianamede Demirtaş’la ilgili olan sınırlı sayıdaki sayfalarda 2008-2009 yıllarında partideki bazı isimlerle yaptığı telefon görüşmelerinin tapelerine yer verilmiş.
Yine iddianamede 2011 yılında Demokratik Toplum Kongresi toplantılarında Demirtaş’ın yaptığı konuşmalar da deliller arasında yer almış.
Bu fezlekelerde Demirtaş’a örgüt üyeliği, suçluyu övme, terör propagandası gibi suçlamalar yapılmış.
Ama bu suçlamalarla ilgili iddianamede yer alan en somut kanıt, 2013 yılında Ali Turabi Doğanay tarafından İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılmış bir ihbarda yer verilen 8 Mart 2013 günü Sözcü gazetesinin manşetinde çıkmış bir fotoğraf karesi.
Fotoğrafta Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan, Ahmet Türk gibi isimlerle birlikte Kandil’de Murat Karayılan’la birlikte kameralara poz verirken görünüyor.
Bakıldığında PKK ile ilişkiye bundan daha net bir kanıt bulmak zor.
İlginç bir şekilde savcılık Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan hakkındaki soruşturmayı tefrik etmiş, sadece Demirtaş hakkında Meclis’e yargılanması için fezleke göndermiş.
Ama işin daha tuhaf tarafı, Kandil’deki bu görüşmenin çözüm süreci sırasında devletin bilgisi dahilinde ve bazen devletin yardımlarıyla yapılmış müzakerelerden biri olması.
Yani devlet, PKK liderleriyle müzakere yürütmesi için kendi deniz aracıyla İmralı’da Öcalan’la görüşmeye gönderirken, Kandil’e gitmesi ve geri dönmesine izin verirken PKK’yla ilişkili olmakla suçlamadığı Demirtaş’ı beş yıl sonra PKK ile ilişkili olmakla suçluyor.
Halbuki dosyada çözüm sürecindeki bu görüşme trafiğinden daha net bir delil yok, Demirtaş’ın PKK ile siyasi ilişkisi de devletin bilmediği bir şey değil, aksine çözüm sürecinde istifade etmeye çalıştığı bir şey.
Ayrıca hakkında örgüt üyeliği, terör propagandasıyla ilgili fezlekeler Meclis’te dururken Demirtaş yıllarca Meclis’te parti grup yöneticiliği ve parti liderliği yaptı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, diğer bakanlar aralarında Devlet Bahçeli’nin olduğu liderlerle birlikte çalıştı, görüşmelerde bulundu, tokalaştı, sohbet etti.
O zaman dokunulmazlığını kaldırıp yargılayacak kadar ciddiye alınmayan fezlekelerin şimdi tutuklama, yargılama nedeni yapılması da tutarlı görünmüyor.
İddianamenin geri kalanındaki fezlekeler için de bu söylenebilir.
2014 yılındaki 6-7 Ekim olaylarını başlatan HDP’nin acil sokağa çıkma çağrısı ve 2015-2016’da hendek terörü sırasında yaptığı konuşmalar için de Demirtaş hakkında fezlekeler düzenlenmiş ve iddianamede bu fezlekelere yer verilmiş.
6-7 Ekim olaylarındaki çağrı ile ilgili iddianamede çağrı dışında herhangi bir soruşturma yapılmış görünmüyor. Çağrının nasıl yapıldığı, Demirtaş’ın bu çağrıdaki rolü hakkında savcılık herhangi bir araştırma yapmadan sadece çağrıdan hareketle suçlamalarda bulunmuş.
Ama 6-7 Ekim 2014 olaylarından sonra da Demirtaş’ın çözüm sürecinin aktörlerinden biri olarak kaldığı, Cumhurbaşkanı adayı olduğu, yüzde 10 oy aldığı, iki kere seçimlere girdiği, bütün ülkeyi dolaşıp kampanya yaptğı, mitinglerindeki bir bombalı saldırı üzerinde Cumhurbaşkanı tarafından arandığı, Başbakan’la koalisyon görüşmeleri yaptığı, hatta liderliğini yaptığı partinin seçim hükümetine bakan verdiği, darbeden sonra Meclis’te faaliyetlerine devam ettiği unutuluyor.
İki yıl sonra, çözüm süreci bittikten, siyaseten yollar ayrıldıktan sonra bu fezlekelerden tutuklu yargılama gerektiren suçlar çıkarılması da hukukun konjonktürle ilgisi hakkında pek de iyi şeyler söylemiyor.
Tabii ki bunlar HDP’nin ve Demirtaş’ın hendek terörü ve 6-7 Ekim olaylarında sorumluluğu yok anlamına gelmez. Ama karşımızda sadece hukuki bir mesele değil, siyasi bir mesele olduğunu da akıldan çıkarmamak gerek.
Yüzde 13 oy almış ve şimdi Meclis’teki parti grubu tarafından Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmiş bir siyasetçinin tutuklu yargılanması Türkiye’deki demokrasinin standartları açısından iyi bir fotoğraf vermiyor.
Sadece dünyaya nasıl göründüğü de önemli değil.
Hendekler sonrası siyaseten bölgede büyük yaralar almış bir parti, vekillerin ve başta Demirtaş’ın uzun süreli tutukluluğu nedeniyle yeniden toparlanmış gözüküyor.
Sadece klasik HDP seçmenleri değil, muhafazakar Kürtler açısından da Demirtaş’ın durumu motive edici bir faktör haline geldi. Cumhur ve Millet ittifaklarına giremeyen HDP, sol ve PKK kimliğinden çok Kürt kimliğinde bir birleşmenin adresi oluyor. Ayrıca silahlı örgüte karşı, siyasi alanın zayıflatılması ve daraltılması günün sonunda silahlı örgütün işine yarayacak sonuçlar üretiyor. Halbuki devletin yapması gereken, meşru alanı siyaset yapmak isteyenlere açık tutmak olmalı.
Bütün bunlar bir devletin üzerinde ciddi ciddi ve soğukkanlılıkla düşünmesi gereken sonuçlar. Hapishanede yatan bir aday sandıktan yüksek bir oy aldıktan sonra geç olmuş olacak. Türkiye’den hem dünyaya hem de tarihe kötü bir fotoğraf kalacak.