Dünyaya Fransız kalmamak için...
İki savaş arası yıllarda Fransa, bir Rus Yahudisi tefecinin merkezinde olduğu rüşvet ve yolsuzluk skandalıyla sarsılmıştı. Serge Alexandre Stavisky’nin dağıttığı rüşvetler iktidardaki sosyalist hükümetin başbakanına ve bakanlarına kadar ulaşıyordu. Stavisky gözaltına alındı, sonra ortadan kayboldu. 6 Şubat 1934 günü ise Paris’te sokak ortasında vurulmuş olarak bulundu.
Skandal, zaten savaş sonrası ekonomik sorunlardan, sosyalist iktidarın politikalarından rahatsız olan Nazi yanlısı, radikal sağ, faşist grupları ve savaş gazilerini sokaklarda döktü.
6 Şubat 1934 akşamı Meclis binasının önündeki meydana toplanan büyük kalabalık, anti-komünist ve anti-semitik sloganlarla sosyalist hükümetin istifasını istiyordu.
Polisin sert müdahalesinde 15 gösterici hayatını kaybetti. Bir gün sonra, yolsuzluk iddiaları yüzünden bir ay önce istifa eden Başbakan Chautemps’in yerine gelen Başbakan Édouard Daladier başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Yerine sağ bir iktidar iş başına geldi.
6 Şubat 1934 günü hükümeti deviren bu faşist ayaklanmayı Fransa’da yeniden hatırlatan ise Paris’teki Sarı Yelekliler ayaklanması oldu.
Sarı Yeleklileri, 1934 ayaklanmasındaki faşistlere benzeterek büyük tepki çekmeyi göze alan ise böyle sansasyonel çıkışlar yapmayı seven meşhur Fransız filozof Bernard Henry Levy.
Bosna’ya, Libya’ya NATO operasyonlarını hararetle savunan, son olarak Kürdistan referandumunda Barzani ile verdiği poz, Türkiye’de referandumun arkasında “Yahudilerin ve üst aklın” olduğuna delil gösterilen aykırı fikirli liberal filozof Levy.
Levy, bununla da kalmayıp, sosyal medyadan polemiklerini sürdürdü. “Gaz yedik” diyen “Sarı Yelekliler”i, iki yüzlülükle suçlayıp “gaz yeme”nin Verdun (Alman ordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda kimyasal gazla katliam yaptığı Fransız şehri), Suriye’de, Guta’daki (Auschwitz-Birkenau demiyorum bile) gibi bir şey” olduğunu hatırlattı.
Tuhaf. Çünkü Türkiye’den bakınca Levy gibi NATO’cu, Amerikancı, üst akıl varsa onun muhakkak adamı olan bu Fransız Yahudisi liberal filozofun Sarı Yeleklilerin karşısında değil, arkasında olması beklenirdi. Belki de “algı”ya oynuyordur.
Demek ki 2800 kilometre öteden Paris’e bakıp şıp diye gösterilerin arkasındaki güçleri gören Türk yazar ve uzmanlarının gördüğü büyük resmi o Paris’ten görememiş!
Sadece o da değil. Google’a İngilizce ya da Fransızca olarak Macron, Avrupa Ordusu, NATO, Trump, CIA, Soros yazdığınızda karşınıza bir kaç Amerikancı sağcısı site dışında ünlü Türk kanaat önderlerinin yazı ve açıklamalarından başka bir şey çıkmıyor.
Ulusalcılıklarıyla meşhur Fransızların dahi aklına bu sarı Yeleklilerin arkasında ABD, Soros veya CIA olduğu, olayların Macron’un NATO karşıtı açıklamaları sonrası ABD tarafından tezgahlandığı gelmemiş, onlar adına Fransız ulusalcılığı yapmak, bu kirli oyunu deşifre etmek de Türk köşe yazarlarına nasip olmuş.
Keşke bu kıymetli yazılar Türkçe de kalmasa da Fransızlar da bu kirli oyunu anında böyle deşifre edebilseler.
Şaka bir yana, karşımızda sadece cehalet ve tembellik değil, bir düşünme hastalığı var.
Bütün dünyayı açıklayan bir teorisi olduğunu zanneden, her kapıyı açan bir maymuncuğa sahip olduğunu düşünen bir kibir ve aslında dünyada ne olup bittiğiyle sahiden ilgilenmeyen, her olaya kendi siyasi kavgasında nasıl işe yarayabileceği üzerinden bakan bir dar görüşlülük de bu.
Bu kadar kibirli ve fanatikçe olmasa da aynı dar görüşlülük, Sarı Yelekliler isyanını “neo-liberalizme karşı yoksulların ayaklanması” olarak kafasındaki kalıba dökmekte gecikmeyenlerde de var.
Halbuki, Sarı Yeleklileri sokaklara döken akaryakıt zammı, Macron’un neo liberal politikalarının değil, tam tersine ekolojist politikalarının bir sonucuydu.
Macron, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltmak için akaryakıttaki vergileri artırmıştı.
Bu yüzden Macron ve partisi Sarı Yeleklilere karşı sert tavrını, vandallığa karşı çıkmak ve ekolojik politikalardan taviz verilmeyeceği gibi ahlaki bir tez üzerinden kuruyor.
Yine bu yüzden sendikalar, sol ve liberal çevreler, entelektüeller bu harekete karşı en başından beri mesafeli.
1995’te göçmenlerin isyanlarını anlatan, meşhur La Haine/Protesto filminin yönetmeni Mathieu Kassovitz de bu yüzden Sarı Yelekliler’e Twitter’dan “Aptallar sürüsü”, “beş para etmezler”, “zontalar” diye hakaret etti.
(Paris’te yaşayan Alican Tayla’nın olayları analiz ettiği “Bu Fransa hangi Fransa” yazısında aktardığı gibi. https://birartibir.org/siyaset/190-bu-fransa-hangi-fransa)
Karşımızda yoksullar, göçmenler ya da Fransız Devrimi’ni başlatan Paris sokaklarının baldırı çıplak, “sans-culottes”leri yok.
Akaryakıt zammını, her arabada arıza ve kaza durumlarında kullanılmak üzere bulunması zorunlu fosforlu sarı yelekler giyerek protesto eden alt-orta sınıf var.
Yapılan anketlere göre çoğunluğu bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyunu ya aşırı sağ Marine Le Pen’e ya da aşırı sol-ulusalcı Melenchon’a vermiş.
Gösterilerde atılan göçmen, eşcinsel karşıtı sloganlar tepki çekiyor. Bazı göstericilere uzatılan mikrofonlarda bir kısmı ne olduğunu dahi bilmediklerini söyledikleri “Ekoloji” gibi “lüks, liberal” işler için hayatlarının zorlaşmasına kızgınlıklarını dillendiriyor.
Bu yüzden cahil, yobaz ve gerici olduklarını iddia edenler çok.
Hatta Maliye Bakanu Gérald Darmanin biraz daha ileri gidip, Sarı Yelekliler’e Fransa’da Nazi ordusunun kahverengi üniformasına atıfla kullanılan “Kahverengi Veba” bile dedi. “Üzerine giydikleri sarı yelekler altlarındaki kahverengiyi örtmüyor” gibi ağır sözleri eski cumhurbaşkanı Hollande’dan Le Pen’e kadar epey tepki de çekti.
Sokaklara çıkmış yüzbinlerce sıradan vatandaşa, hayallerinizdeki protestocular olmadıkları, attıkları bazı sloganlar politik doğruculuğa sığmadığı için faşist, ırkçı, gerici, yobaz demek de hakikati ıskalamak demek.
Fransa, yeni kurduğu partisiyle 40 yaşında iktidara gelmiş Macron örneğinin gösterdiği gibi, geleneksel ideolojilerin, merkez sağ ve sol partilerin artık çözüm olarak görünmediği bir ülke. Benzer durumdaki ülkelerde bu çöküş, aşırı sağ veya sol hareketleri güçlendirip, sandıklardan popülist liderler çıkarken, Fransa’da bu aşırı hareketler de halktaki huzursuzluğu temsil etmekten uzak.
O yüzden epey kibirli bir profil çizen Macron’un, sıradan insanlar için fazla “şık” olan ekolojik politikalar uğruna koyduğu vergiler, internetin imkanlarıyla örgütsüz sıradan insanların sokak hareketlerine dönüştü.
Demokrasi açısından da hayati bir kriz bu.
Mülteciler, ekoloji, LGBT duyarlılığı gibi yeni nesil haklarla ilgili ikna edilmemiş, bunların tepeden jakoben bir şekilde kendisine dayatılmasından, bunlar için fedakarlık yapmaktan rahatsız kalabalıklar var.
Trump, Bolsonraro gibi popülist liderlerin temsil ettiği sıradan insanların kendi hayatlarından fazla ileri gitmiş dünyaya tepkileri ilk başta gerici, popülist görünse de aslında demokratik tepkiler de.
Meşru siyaset ve ideolojiler tarafından temsil edilememe hissinin sokak olaylarıyla patlak verdiği son örneğin de Fransa olmayacağı açık.
Yani ortada komplo teorilerden daha ciddi, yeni ve anlaşılması gereken bir mesele var.
Fransızlar gibi sokaklara çıkıp bir devrim, beş cumhuriyet ve bir komüne imza atmış, Napolyon’undan, De Gaulle’üne kadar kudretli liderleri devirmiş, 68 olaylarıyla dünyaya ilham olmuş bir milletin isyan başlatmak için Soros’a CIA’e de ihtiyacı yok.
Konuyu Gezi ayaklanmasına, kör testereyle yapılmış komplo teorilerine ya da neo-liberalizme isyan hikayelerine bağlayanlar çok daha büyük, tehlikeli ve heyecanlı bir şeyi kaçırıyorlar; Gerçeği.
Türkçe’de “Fransız kalmak” lafının ilk olarak 70’lerdeki sol içi tartışmalarda pratiği unutup fazla teorik takılanlar için söylendiği iddia edilir.
Dünyada olup biteni anlamak için kafa patlatmak yerine, herşeyi kafamızdaki şablonlara sokup açıklamak tabii zahmetsiz bir yol.
Ama bunun sonucunun yaşadığımız dünyaya Fransız kalmak olacağı çok açık değil mi?