Bu coğrafyanın dertleriyle biten bir ömür
"İran’ın eski dışişleri bakanı İbrahim Yezdi, kanser tedavisi gördüğü İzmir’de 86 yaşında öldü" Gündemin karmaşasında kısa ve soğuk cümlelerle önümüzden geçen bu haber dikkatinizi çekmemiş olabilir. Maalesef, hâlâ bir gün önce herkesin okumuş olduğu bayat haberlerle doldurulan Türkiye’deki gazetelerde “obituary” köşelerine bir türlü yer bulunamadı. Eğer ölen çok ünlü bir isimse ancak birbirinin aynısı Wikipedia Türkçe biyografileriyle yetinmek zorundasınız. İran’da bile kısmen açık olan Wikipedia, aylardır toptan kapatılmış olduğu için de İran’ın İzmir’de hayatını kaybeden eski Dışişleri Bakanı ile ilgili, ardından uzun yazıların çıktığı New York Times, Guardian okurlarından daha az şey okuyabildi Türkiye’de okurlar.
Halbuki o 86 yıllık hikaye, sadece Yezdi’nin değil, bu coğrafyanın, bizim, hâlâ benzerleri tekrarlanan çok ibretlik ve çok etkileyici bir hikayesiydi. 1931’de Safevi devletinin eski başkentlerinden Kazvin’de bir tüccarın oğlu olarak dünyaya gelen İbrahim Yezdi, Tahran’da eczacılık okumuş, üstüne de felsefe master'ı yapmıştı. Her aklı başında İranlı gibi Şah karşıtıydı. 22 yaşındayken yaşadığı bir olaysa İran gibi onun da tüm hayatını etkiledi. 1953’te Başbakan Musaddık, daha sonra CIA ve MI6’ın organizasyonu olduğu ortaya çıkan bir darbeyle devrilmiş, Şah geri dönmüştü. Yezdi, 7 yıl boyunca İran’da yeraltındaki Şah karşıtı direniş içinde yer aldı, ardından yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. ABD, Mısır, Beyrut arasında Şah karşıtı faaliyetlerine devam eden Yezdi, daha sonra İran İslam Devleti'nin ilk başbakanı olacak Mehdi Bazergan, Mustafa Çamran, Ayetullah Taleqani, Sadegh Ghotbzadeh’la birlikte İran Özgürlük Hareketi’nin kurucuları arasında yer aldı. Hareket Müslüman, demokrat, Şah karşıtı ve Musaddıkçı olarak kendini tanımlıyordu.
Yezdi, üzerine The Anatomy of a Plot adlı bir kitap da yazdığı 1953’te ABD'nin İran'daki darbesini hiç unutmadı. Şah’ın BM ziyaretleri sırasında BM binasının önünde ABD'nin İran'ın iç işlerine müdahalesini kınayan gruba önderlik eden bu adamın bir gün BM binasına Dışişleri Bakanı olarak gireceğiniyse herhalde o günlerde kimse düşünmüyordu. 1967 yılında Texas’taki Baylor Üniversitesi’nde biokimya dalında doktorasını bitirdi ve en az Şah kadar düşman olduğu bir belayla mücadele etmek için labaratuara girdi; Kanser. 10 yıl boyunca ABD’de sokaklarda ve kulislerde Şah’la, labaratuarda ise kanserle mücadelesine devam etti. 1971’de ABD’den yeşil kart da aldı. 1978’de ise hayatını tümüyle değiştirecek bir teklif geldi.
1964’te önce Ankara’ya ardından 15 ay yaşayacağı Bursa’ya gelen Ayetullah Humeyni, daha sonra yerleştiği Necef’ten sarsmaya başladığı Şah’ın baskıları sonucu Saddam tarafından çıkarılmış, Kuveyt’ten de sığınma hakkı alamayınca Paris’e gitmişti. Batıyı ve dillerini iyi bilen danışmalara ihtiyacı vardı. Yezdi, teklifi kabul edip, eşi ve altı çocuğunu ABD’de bırakarak Paris’n banliyösündeki Neauphle-le-Château'de Humeyni’nin yaşadığı villaya taşındı.
Artık Humeyni’nin sözcüsü ve danışmanıydı. Humeyni'nin oturduğu villanın çok yakınlarına komşu olarak CIA’nin taşındığını bir süre sonra öğreneceklerdi. Artık Şah’ın ömrünün uzun olmadığının, onu bölgedeki en büyük müttefiki olarak gören ve hayatını, iktidarını borçlu olduğu ABD de farkındaydı. İran’da her gün Humeyni lehine gösteriler oluyor, onun kasetleri elden ele dolaşıyordu.
Yıllar sonra BBC Farsça tarafından ortaya çıkarılacak görüşmeler bu sırada başladı. ABD’nin Paris Büyükelçisi Warren Zimmermann’la Humeyni adına görüşen isim danışmanı İbrahim Yezdi’ydi. Humeyni, Şah devrilirken tarihin tekrar edip, ABD’ye göbekten bağlı iran ordusunun darbe yapmasından çekiniyordu. ABD ise İran’ın başta en büyük kozu olan ordusu olmak üzere kurumlarının ayakta kalmasını ve Şah devrildikten sonra da başta petrol olmak üzere İran’daki vazgeçilmez çıkarları için garanti altına almak istiyordu. BBC’nin haberine göre bu Humeyni’nin ABD’yle ilk teması da değildi. 1963’de Kennedy’ye de bir mektup yazıp iran’da ABD çıkarlarına karşı olmadıklarını yazmıştı. (http://www.bbc.com/news/world-us-canada-36431160)
1978 ve 1979 boyunca Yezdi’nin zamanının çoğu basın önünde ya da kapalı kapılar ardında Şah sonrası İran’da demokrasiye geçileceği, özgürlüklerin garanti altına alınacağı konusunda Batılı ülkeleri ve kamuoyularını ikna etmeye çalışmakla geçti. Humeyni ile birlikte Batı basınının karşısına çıkıyor, Ayetullah’ın Şah sonrası İran’da anayasal demokrasiye geçileceği, ifade özgürlüğünün, özgür medyanın, kadın haklarının garanti altına alınacağı, Batılıların kafalarındaki gibi bir şeri devletinin kurulmayacağı, hatta şahsen iktidarda yer almayacağıyla ilgili vaatlerini tercüme ediyordu. 1979’da Air France uçağıyla Paris’ten Tahran’a uçarken Humeyni’nin yanındaydı. O yüzden de Humeyni’nin daha sürgündeyken Başbakanlığa getirdiği partidaşı Mehdi Bazergan’ın hükümetine Dışişleri Bakanı olarak girdi. Anti-siyonist fikirleri güçlü olan Yezdi, devrimden sonra İran’a gelen Yaser Arafat’la birlikte Tahran’daki İsrail Büyükelçiliği'ni kapatıp, ilk Filistin Büyükelçiliği'ni açmıştı. Hâlâ kutlanan Kudüs Günü’nün de fikir babasıydı. Ama aynı zamanda batıyla ilişkileri iyi olan bir İran istiyordu. İran’da ise hava tam tersineydi. 1953’ünün hatıraları canlıydı ve ABD’nin yeniden Şah’ı iktidara getirecek bir darbeye yeltebileceğinden endişe edenlerin korkuları komplolarla birleşmiş, yabancı düşmanlığı gittikçe yükseliyordu. Şah’a ve Şah’ın yakın adamlarına Batılı ülkelerin sığınma talepleri vermesi içerideki öfkeyi artırmaktaydı.
Yezdi, Ekim ayında BM yıllık zirvesi için geldiği New York’ta ABD medyasına İran’daki yeni rejimin ABD’yle iyi ilişkilerden yana olduğunu anlatırken bir ay sonra yaşanacaklardan habersizdi. Bir ay sonra İranlı öğrenciler ABD’nin Tahran Elçiliği'ni işgal edip, 66 elçilik çalışanını rehin aldığında, Yezdi hemen Humeyni ile konuştu. Humeyni, bunu tasvip etmiyor görünüyordu, krizin çözülmesi için Yezdi’ye görev vermişti. Öğrenci liderleriyle rehine krizinin bitirilmesi için görüşmeye başlayan Yezdi ise kısa bir süre sonra bir sürprizle karşılaştı. Humeyni, radyoda eylemi öven ve sahip çıkan bir konuşma yapmıştı. Yezdi’ye yapacak tek bir şey kalmıştı; istifa etmek. Daha sonra verdiği bir röportajda “1953'ten beri mücadele ettiği Amerika yanlısı olduğu için değil, İran’ın radikal, dünyadan izole edilmiş bir ülke olmamasını istediği için krizi çözmeye çalıştığını" anlatacaktı. Ama bu akil adamlığı, onun Amerikan ajanlığı delil listesine eklenmişti bile.
İstifasından sonra hemen muhalif saflara geçmedi. Humeyni, onu, daha sonra aleyhine içinde ihanet geçen sıfatlarla pek çok haber çıkacak Keyhan gazetesine yönetici olarak atadı. Fakat rejim demokrasiden velayet-i fakih teorisine uygun olarak sert bir teokrasiye doğru gidiyordu. 1984’e kadar İran Özgürlük Hareketi listelerinden Meclis’e girdi. Irak-İran savaşının en başında savaşa destek verdi ama daha sonra işgalin bitirilmesinin ardından savaşın devam etmemesi için çalıştı. İhanet listesi kabarmaya devam ediyordu.
Ve 1985’ten sonra yasaklarla, gözaltılarla dolu yıllar başladı. 1995’te Bezargen’in vefatının ardından başına geçtiği İran Özgürlük Hareketi, katıldıkları olaylı 2009 seçimlerinden sonra yasaklandı, Yezdi “rejimi, velayeti fakihten demokratik sisteme geçirmeye çalışmakla” suçlanarak gözaltına alındığında hastanede tedavi görüyordu. Son cezasını 2010’da 80 yaşındayken aldı. Ama Şah, Humeyni rejiminden sonra en büyük düşmanlarından kanserle de mücadele etmeye başlamıştı. Tedavi olmak için ABD’ye gitmek istedi. Ama bu kez de karşısında Trump’ın vize yasaklarını buldu. Yıllarca İran’daki rejim tarafından ajanlık, işbirlikçilikle suçlandığı, yıllarca kanser araştırmaları yaptığı, yeşil kart aldığı ABD ona tedavisi için vize vermedi. O yüzden tedavi olmak için Türkiye’ye, İzmir’e geldi. Ve geçen hafta 86 yaşında İzmir’de vefat etti. Herkesin sloganlara, komplolara, büyük ve tavizsiz davalara teslim olduğu bir ülkede, aklı, sağduyuyu, demokrasiyi ve diplomasiyi tavsiye ettiği için işittiği iftiraları ancak hayatıyla tekzip edebilmişti. Onun hikayesi dışarısıyla, içerisi arasında sıkışmış, kendi doğrularını, sağduyuyu ve aklı kimsenin adamı olmadan savunmak gibi güç bir işe girişmiş, bu coğrafyadaki demokratların da ortak hikayesi. Ama ardından böyle iyi bir hikaye bırakmanın başka bir yolu da yok...