Bazen bir puro sadece bir purodur...

Görünen gerekçe akaryakıta yapılan yüzde 23 zam.

Sokaklara çıkan gösterici sayısı 300 bini geçmiş durumda.

Barışçıl başlayan gösteriler, yer yer şiddet eylemlerine ve polisle çatışmalara dönmüş durumda. Şimdiye kadar 300 yaralı ve bir ölü var.

Göstericiler, Facebook’ta, Twitter’da, Whatsapp gruplarındaki çağrılarla toplanıp, örgütleniyor, işçilerin giydiği sarı yeleklerden giyiyorlar.

“Sarı Yelekliler Ayaklanması” Avrupa’nın en güçlü iki liderinden biri olan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u sarsıyor.

Göstericilerin ellerinde, yakalarında Macron’un altında “Diktatör” yazan resimleri var.

Zamanlama da manidar. Tam da Macron’un, Trump’ın atarlarına atar yapıp, NATO’yu devre dışı bırakacak Avrupa Ordusu için adımlar atmasının hemen sonrası...

Zemin ve şartlar her türlü komplo teorisi için müsait.

O halde gecikmeden o soruyu sorabiliriz; Kim var bu gösterilerin arkasında?

İşte orada bir tuhaflık var; Kimse yok. Bir liderleri yok. Medyaya çıkıp, dertlerini anlatacak bir medya yüzleri bile yok. Ne sendikalar, ne politik partiler ne de örgütlü gruplar bu gösterilere sahip çıkmıyorlar.

Çünkü gösterileri başlatan akaryakıt zammı, Macron’un yeşil çevreci politikalarının bir sonucu. Bu politikaların amacı fosil yakıtlara ve nükleer enerjiye bağımlılığı azaltmak. Bütün sol sendikaların, liberal STK’ların, entelektüellerin duyarlı olduğu, destek verdiği bir politik adım bu.

Yani bu eylemlerin arkasında çevreci politikalara destek veren küresel sivil toplum, Soros falan olamaz.

Ayrıca Soros ve “üst akıl” neden Macron’u devirmek istesin ki?

Zaten Macron, Rothschildlerin bankasında yetişmiş, 40 yaşında sıfırdan kurduğu parti ile bir anda başkan seçilmiş, bir “üst akıl” projesi değil miydi?

Belki de “üst akıl”a verdiği sözleri tutmamış, ülkesine ihanet etmemiş, NATO projesini çökertmesine izin vermeyen güçler de ona karşı harekete geçmişlerdir.

Ya da...

Belki de insanlar sadece hayatlarını doğrudan etkileyen bir akaryakıt zammını protesto ediyorlardır.

Dünyada akaryakıt fiyatları düşerken gelen zamma ve bu zammın arkasındaki ‘küresel ısınmaya karşı fosil yakıtlara bağımlılığı azaltmak” gibi kendilerine “lüks”, “entel” gelen gerekçelere kızmışlardır.

Büyük insanlık için hayırlı olan ama sıradan insanlar ikna edilmeden yukarıdan, jakobence dayatılan ulvi hak ve siyasetlere karşı yükselen toplumsal tepkilerden biriyle daha karşı karşıyayızdır.

Orta Amerika ülkesi Honduras’tan yola çıkan göçmenlerin ‘Karavan’ kafilesinin arkasında da Trump’ın ima ettiği, oğlunun ve bazı Cumhuriyetçi kongre üyelerinin ise açıkça söylediği gibi Soros ve “Küreselciler” yoktur.

Gerçekten de insanlar açlıktan, yoksulluktan bıkıp, yakınlarındaki dünyanın en zengin ülkesine kapağı atmaya çalışıyorlardır.

Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan Avrupa’ya kaçmaya çalışan göçmenler de Macaristan’ın lideri Orban’ın dediği gibi Soros tarafından Avrupa’ya taşınıyor ve Avrupa bu “Macar Yahudisi tarafından “Hristiyansızlaştırılmaya” çalışılmıyordur.

Mesele “Macar Yahudisi” olmak da değildir belki. Yoksa İsrail’in en şahin, en “Yahudi” Başbakanı Netanyahu neden aynı “Macar Yahudisi”ni, kendisine karşı Tel Aviv’de düzenlenen protestoların da arkasında olmakla suçlasın ki?

Yani kolay bir açıklaması olmayan ya da hoşumuza gitmeyen her şeyin arkasında dış güçleri, adı verilmeyen üst akılları bulmak küresel bir spor dalı.

Ama Türkiye, geçen hafta itibarıyla bu sporun liginde bir üst basamağa tırmandı.

İlk kez bu komplo teorileri bir tutuklama gerekçesine girdi.

Kavala-Gezi soruşturmasının merkezinde bir zamanların propaganda savaşlarında yazılmış, çizilmiş Soros, Otpor! iddiaları var.

Bu iddialarım kaynağı da deliller, belgeler, tapeler, faturalar, banka hareketleri, tanıklar falan değil.

Bu komplolarla kendine bir dünya kurmuş eski TKP mensubu emekli bir askerin parti içi fraksiyon kavgasıyla verdiği öfkeli ifadesi.

Geçen hafta, TKP’nin ifadeden bir yıl önce 2015’de partiden uzaklaştırıldığını açıkladığı soruşturmanın bu bir numaralı tanığı, savcılığa başvurup özetle “ben ordudan psikolojik nedenlerle atıldım, benim ifademi dikkate alıp nasıl soruşturma başlatırsınız” diyen bir dilekçe verdi.

Ama anlaşılan kendi ifadesini bile muteber bulmayan bir tanığın sözlerini Türkiye Cumhuriyeti savcıları muteber buldular. Soruşturmada gözaltına alınan bütün şüphelilere sorulan ilk soru bu ifadeydi çünkü.

Bir komünist emekli askerin ifadesiyle işadamlarının, profesörlerin, sivil toplumcuların tutuklanabildiği bir ülkeyi herhalde en ortodoks komünistler bile hayal etmemişti.

Dünyada bazı toplumsal olaylara Soros’un vakıflarının fon verdiği doğru ama bu, o olayları Soros’un çıkardığı anlamına gelmiyor.

Gezi olaylarının Soros’tan fon alınarak yapıldığını iddia etmek için de; öfkeli bir tanığın ifadesi, Gezi olayları bitip Taksim polis tarafından boşaltıldıktan sonraki tarihlere ait bir takım telefon tapeleri ve soruşturma evrakında bile içeriğinin bilinmediği yazılan toplantılarda neler konuşulduğuyla ilgili tahminlerden fazlasına ihtiyacınız var.

Ve eğer bütün suçlamaları, Kavala’nın Türkiye’de 2003’den beri faaliyette olan Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi olmasından çıkarıyorsanız, ondan önce soruları, vakfı Türkiye’de kuran, yıllarca başkanlığını yürüten Gezi olayları sırasında da yönetim kurulu üyeliğini sürdüren hükümete yakın işadamına sormalısınız.

Soruşturmanın bir diğer büyük iddiası Gezicilerin, taktikleri Sırp Otpor! örgütünden aldıkları... Devlet, vatandaşlarının bir şeye kızıp, sokağa çıkıp, eylemler yapmış olabileceğine ihtimal vermemiş.

Tek delili ise Otpor! hareketinin en önemli iki liderinden Ivan Marovic’in 2012’de üç günlüğüne İstanbul’a geldiğinin tespit edilmesi.

Ama sorgu tutanaklarından İstanbul’daki Gezi’yle ilgili ilgisiz sivil toplum örgütlerinin toplantılarını fiziki takiple izleyip, fotoğrafladığı anlaşılan kolluk kuvvetlerinin, bu kadar ağır bir suçlamanın merkezine koyduğu Sırp liderin Türkiye ziyareti hakkında tek bildiği ise pasaport kontrol noktasından giriş ve çıkış tarihi.

O üç gün İstanbul’da ne yaptığını bilmeyi değil, tahmin etmeyi tercih etmişler.

Halbuki bir Google taramasıyla bile İstanbul’da, The Thompson Reuters Vakfı tarafından düzenlenen güvenlik ve terörizmle mücadele başlıklı bir uluslararası konferansa katıldığını öğrenmeleri mümkündü.

Eğer Google aramasına devam ederlerse bu Otpor!’un Sırpça “Direniş” demek olduğunu, 2000 yılında direndikleri ve devirdikleri liderin de Bosna Katili Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç olduğunu fark edebilirlerdi.

1995’de ortaya çıkmış bir öğrenci hareketi olan Otpor!’un 1999’dan itibaren ABD’den fonlar aldığı ise bir sır değil, o günlerde Amerikan gazetelerinde yazılmış açık kaynaklardan bir bilgi bu.

Ama bu yardım da onları, Miloseviç taraftarlarının dediği gibi salt bir ABD projesi yapmıyor.

Çünkü, bir yıl önce NATO’nun uçaklarla vurduğu bir şehirde milliyetçi devlet başkanını sadece fon vererek devirmek mümkün değildi.

Otpor!’un da içinde olduğu muhalif partiler ittifakının lideri Vojislav Kostunica, sıkı bir anti-Amerikancıydı ve 2000 yılındaki seçimlerde Miloseviç’i yenip devlet başkanı seçilmişti. 2004 yılında Kosova bağımsızlığını ilan edince Belgrad’daki ABD elçiliğinin yakılmaya çalışıldığı olayları provoke etmekle dahi suçlanacak kadar sıkı bir ulusalcıydı.

Ondan bir sonra Başbakanlığa, bugünkü devlet başkanı Aleksandar Vucic oturdu. Srebrenica katliamı günlerinde Sırp meclisinde kürsüye çıkıp, “her ölen Sırp’a karşı 100 Müslüman öldüreceğiz” diye bağıran, Srebrenica katili Mladiç’in uluslararası mahkemeye teslim edilmemesi için kampanya yürüten, Miloseviç ölünce de arkasından “büyük lider” diyen Vucic radikal milliyetçi bir siyasi çizgiden geliyordu. Ama yıllar sonra protestolara rağmen Srebrenica’daki anmalara katılmıştı.

Son olarak Gezicilerin yapılmasına karşı çıktığı yeni havaalanının açılışı için Türkiye’ye geldi. Miloseviç’i deviren Otpor!’un Gezi ile ilgili soruşturmada tutuklama gerekçesine girmesinden kısa bir süre önce.

Dünya böyle karmaşık bir yer. İnsanlar kadar toplumlar da karmaşık, kestirilmez ve değişken. Dünyada her olayı açıklayan bir maymuncuk yok. Toplumlar robot ya da pilli bebek değiller. Onları kurup istediğini yaptıramazsın.

Her şeyin kendi şartları, koşulları var. Anlamak için çaba gerek. Anlamamak da sorunları büyütmenin en kestirme yolu. Her şeyi kollukla çözmeye çalışmak ise uzun vadede gerçek sebepleri ıskaladığınız için en az güvenli olan yol.

Türkiye’de devlet şeffaf olmadığı ve toplum da bu ulaşılmaz devletten korktuğu için, muhalifler başlarına gelen her olayı büyük bir güç ve yetenek atfettikleri devlete ve devletin komplosuna bağlayıp işin içinden çıkmaya meyillidirler.

Böylece kendilerini de yüzleşmekten ve sorumluluktan kurtarmış olurlar.

Devlet de halkına güvenmediği ve onu aktör olarak görmediği için, baş edemediği bütün toplumsal olayların arkasında başka üst akıllar, yetenekli güçler ve devletler arar. Böylece devlet de hesap vermekten, değişmekten, anlayıp çözmekten kurtulmuş olur.

Halbuki bazen sadece akaryakıt fiyatları pahalandığı için insanlar kızmıştır. Ama meseleyi anlamazsanız ya da işinize gelmediği için anlamamakta ısrar ederseniz bir ekmek isyanının, sokakları doldurmuş baldırı-çıplakların hoşnutsuzluğunun ucu Fransız Devrimi’ne kadar varabilir.

Freud’un dediği gibi bazen bir puro sadece bir purodur.

Ve bazen bir puroyu başka bir şey zannetmekte ısrar etmek daha büyük yanılgıların kapısını açar...

18-11/25/yildiray-ogur.jpg

YORUMLAR (41)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
41 Yorum