On İkinci Kalkınma Planı ve hukuk
Hiyerarşi sıralamasında kalkınma planları en üst düzeydedir. Onları Orta Vadeli Programlar (OVP) izler.
Planlara ve OVP’lere uygun olarak Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programları hazırlanır.
Türkiye öyle bir hale geldi ki çok önemli politika metinlerinin ve kanunların bir felsefesi kalmadı maalesef.
Plan 16 Ekim, 2023’te TBMM’ye sunuldu.
OVP 6 Eylül, 2023’te açıklanmıştı.
OVP’ler planlara uygun olarak hazırlanacakken, adeta planlar OVP’lere uyacak hale getirildi.
Öyle olmasa önce planlar yayımlanırdı.
Yetkililer Anayasa’da ve kanunlarda yazdığı için, günü geldiğinde adet yerini bulsun diye planları ve bütçeleri TBMM’ye sunuyorlar.
Sonra da önemli bir şey yapmışlar gibi pazarlıyorlar.
Neyse ki hala plan ve program ruhuna sahip uzmanlar var ve onlar da bu metinlere önemli girdiler sağlıyorlar.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
KAMU İŞLETMECİLİĞİ
On İkinci Plan Tasarısında kamu işletmeciliğini iyileştirmek için, eksik ve hatalı olsa da önemli önerilerde bulunuluyor.
Bu öneriler hayata geçirilmese bile Dünyaya Türkiye’nin ihtiyaçlar listesi gösteriliyor.
Tasarıda “KİT yönetişim reformuna yönelik düzenlemeler hayata geçirilerek KİT’lerde iyi uygulama örnekleri ışığında etkinliği ve verimliliği artıracak kurumsal yönetim anlayışı güçlendirilecektir” denilmektedir.
Bu politika kamu işletmelerindeki nepotizmin ve usulsüzlüklerin üstesinden gelmek için önerilmiş olmalı.
Çünkü bir başka yerde “KİT’lerde nitelikli personel istihdamı sağlanacaktır ve bilgiyi liyakati esas alan uzmanlık kapasitesi geliştirilecektir” deniliyor. Çünkü an itibariyle kamuda atamalarda liyakat aranmıyor.
Kamu işletmeleri ve diğer kamu kurumları adeta iktidar partisinin istihdam kapısı oldu.
Bir başka politikada “233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname haricinde faaliyet gösteren kamu işletmelerinde mali disiplinin sağlanması ve mali riskin takip edilmesi amacıyla kuruluşların finansal ve finansal olmayan bilgilerinin takibi için çerçeve düzenleme yapılacaktır” deniliyor.
Plancılar açıkça yazmamış olsalar da ben politikadan Türkiye Varlık Fonu (TVF) bünyesindeki şirketlerin kastedildiğini anlıyorum. Ya da anlamak istiyorum.
Malum TVF bünyesindeki teşebbüsler hiçbir denetime tabi değildir. Bu nedenle behemal denetim altına alınmalıdırlar.
Yalnız Tasarıda bir nokta beni çok şaşırttı. Politika önerisi olarak “etkin bir piyasa mekanizması oluşturma hedefi doğrultusunda özelleştirme uygulamalarına devam edilecektir” deniliyor.
IMF ve Dünya Bankası uzmanları seksenlerde gelişen ülkelere güçlü biçimde özelleştirme tavsiyelerinde bulunurlardı.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Nobel Ödüllü iktisatçı Milton Friedman bağımsızlıklarını kazanan doğu bloku ülkelerine üç tane öneride bulunmuştu: “özelleştir, özelleştir, özelleştir.”
Eski sosyalist ülkelerdeki kamu işletmelerinde yolsuzluklar ufak ufak yapılırdı. Ancak özelleştirme işlemlerinde bu yolsuzluklar devasa boyutlara ulaştı. Oligarklar büyük kamu işletmelerine adeta çöktüler.
Friedman bu büyük yolsuzlukları görünce mahcup oldu. Büyüklüğünü gösterdi ve dedi ki: “sadece özelleştirme önerisinde bulunurken büyük hata yapmışım. Hukukun üstünlüğü ve liyakatli kamu görevlileri özelleştirmelerden çok daha önemliymiş.”
Sadece yolsuzluklar değil. Seksenlerde ve doksanlarda gelişen ülkeler peş peşe finansal krize girince; IMF ve Dünya Bankası uzmanları bu ülkelere ikinci nesil reformlar kapsamında hukukun üstünlüğünü de içeren düzenleyici reformlar önerdiler.
Sadece bu kurumlar değil. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu 1994 yılında bir Tebliğ yayımladı. Bu Tebliğ’de havayolu şirketlerine yapılacak devlet yardımlarında özelleştirme şartı getirilemeyeceğine karar verdi.
Çünkü Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma mülkiyet konusunda yansızdır. Ancak kamu işletmeleri de özel işletmelerinin tabi olduğu kamu düzenlemelerine uymak zorundadırlar.
Türkiye özelleştirmelere büyük önem verdi. 1994 ve 2001 krizlerinden sonra IMF’nin de etkisiyle bankacılık, enerji, telekomünikasyon ve kamu ihaleleri alanlarında bağımsız düzenleyici kurumlar kuruldu. Merkez Bankasına araç bağımsızlığı tanındı.
Ak Parti iktidara gelince bunları hazır buldu.
Ancak zaman içerisinde ne bu kurumların bağımsızlığı ne de hukukun üstünlüğü kaldı.
Bunu uluslararası endekslerden ve şahit olduğumuz yargı skandallarından biliyorduk tabii ki.
Ancak On İkinci Plan Tasarısı bunu bütün çıplaklığıyla önümüze koyuyor.
Nasıl mı?
Devam edelim.
ADALET HİZMETLERİ
On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) “Temel Amaç ve İlkeleri ile Hedef ve Politikaları” bölümündeki alanlardan bir tanesi de “Adalet Hizmetleridir.”
Bu bölümde “Anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlükler güçlendirilecektir” deniliyor.
Anayasa’ya göre “herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.”
Ancak vatandaşlar ne zaman bir gösteri yapmak için bir araya gelse polis anında müdahale ediyor ve göstericileri dağıtmak için elinden geleni yapıyor. Dahası direnenleri gözaltına alıyor.
Bu durumda Plan Tasarısı polise Anayasal hakların kullanılmasına engel olmayın demiş oluyor.
Yine Plan Tasarısında “katılımcı bir hazırlık süreciyle yeni bir ‘Yargı Reformu Stratejisi’ ve ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ hazırlanacaktır” deniliyor.
Aslında 29 Nisan, 2021’de Cumhurbaşkanı Genelgesiyle Yargı Bağımsızlığını da içeren bir İnsan Hakları Eylem Planı yayımlandı.
Anlaşılan plancılar Türkiye’de ağır biçimde yaşanan insan hakları ihlallerine karşı bu Eylem Planının yeterli olmayacağını düşünmüşler ve katılımcı bir biçimde yenisinin hazırlanmasını istiyorlar.
Bunun yanı sıra plancılar “Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve şeffaflığı güçlendirilecektir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından sorun oluşturan unsurların tespiti için durum analizi yapılacak, bu husustaki iyi uygulama örnekleri ile uluslararası standartlar incelenerek rapor hazırlanacaktır” da diyorlar.
Plancılar yargı bağımsızlığını uluslararası standartların gerisinde görmüşler ve bu konuda acil tedbir alınmasını istiyorlar.
Değerli okur hukukun üstünlüğü alanında bir öneri var ki beni benden aldı.
“BM, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) nezdindeki insan hakları mekanizmaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile yapıcı işbirliği” sürdürülecekmiş.
Sayın Cumhurbaşkanının “AB ile gerekirse yolları ayırabiliriz” dediği bir dönemde yapılıyor bu öneri.
Yerel Mahkemelerin AİHM kararlarını tanımadığı bir dönemde hem de.
Düşünsenize yerel mahkemelerin kendisinin kararlarını tanımadığı Anayasa Mahkemesi de tanımıyor AİHM’nin kararlarını.
Plancılar Türkiye’deki hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin gerekleri doğrultusunda yapılacakları fazlasıyla söylemişler.
Dışarıda kapı kapı yabancı yatırımcı arayanlar bu metni yazanları hemen çağırsınlar.
Plancılar bu politikaların yerine getirilmesi için gereken kuralları ve kurumları da biliyorlardır.
Hemen o konulardaki gerekli yasaları hayata geçirsinler.
Yabancı yatırımcı o zaman kendiliğinden gelir.
İyi pazarlar.