Keşke kapitalist olabilseydik
Türkiye’deki hemen her kesimde az ya da çok anti-kapitalist bir damar mevcut. Bu algı Batı’nın zenginliğinin gayrı ahlaki(?) kapitalizm ve emperyalizme borçlu olduğu fikrine dayanıyor. Hâlbuki Batı’nın zenginliğinin arkasındaki çirkinlikler liberalizm ve kapitalizmden çok merkantilist, korumacı, nasyonalist ve faşist uygulamalardan beslendi. Kapitalizme karşı çıkan sosyalizm-komünizm bile uygulamada kapitalizme rahmet okuttu.
Antikapitalist ideolojiler zenginliğin üretiminden çok paylaşıma odaklandığı için paylaşımın kim veya kimler tarafından ve nasıl yapılacağı ile fazla ilgilenmez. Eşitlik vaat ederken korkunç bir adaletsizliğe yol açtıkları gibi özgürlüğü de yok ederler.
***
Kapitalizmin siyasal doktrini olan liberalizm ise yumuşak bir ideolojidir ve şiddet, terör vb. nedenler hariç farklı fikirlerin savunulmasında bir sakınca görmez; özde barışçıdır ve ancak barış ortamında refah ve huzurun mümkün olacağına inanır.
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” derken sanıldığı gibi bir ahlaksızlık ve başıboşluk kastedilmez. Temel hakları vurgularken devlete de bekçi rolü vererek hür teşebbüsün önündeki engelleri kaldırmak, sermayenin serbest dolaşımını sağlamak, bireylerin önünü açmak, fırsat eşitliği sağlamak, karar alma mekanizmalarına sıradan insanları da dâhil etmek; bazı önemli kararların kendiliğinden oluşan düzen içinde alınmasını sağlamak hedefidir. Bir mevki ya da makamın her türlü veriyi bilebileceği ve doğru kararlar alabileceğine inanmaz. Doğal düzen ve doğal hukuka güvenir.
Peki, bu kadar kapitalizm ve liberalizm güzellemesi niye?
Zaman zaman, ülkemizde kapitalist bir düzenin temel gereksinimlerinin çoğu temayüz etmemiş olsa da kapitalizmin egemen olduğu iddia edilir.
Buna gerekçe olarak da gelir dağılımındaki çarpıklık, çalışanların çoğunun asgari ücretli olması, mevcut iş ve çalışma hayatı ile ilgili düzenlemeler, vergi adaletsizliği vb. durumlar gösterilir.
Hâlbuki ülkemizde zenginlik ve ekonomik güç piyasa şartlarından çok devletle olan ilişkiye bağlı. Bu nedenle Türk burjuvazisi, kimse ile eşit şartlarda mücadele etmek istemediği için, serbest piyasacı değil ve demokrasiye yön veren bir güç olmak yerine devletçidir çünkü zenginliğini piyasaya değil devlet kapitalizmine borçlu. Nitekim yıllarca merkez burjuva tarafından ezilen yeşil sermayenin de bugün aynı yola girmesi çok da şaşırtıcı değil!
Türkiye iddia edildiği gibi kapitalist bir ülke olsaydı, çok küçük önlemlerle önlenebilecek Soma vb. facialara, tersanelerde ya da inşaatlarda yaşanan ucuz ölümlere rastlanmaz ve kaderciliğin arkasına sığınarak insanımıza verdiğimiz sözde değerin ayıbını yaşamazdık.
***
Rusya’da çalışan bir mühendis anlatmıştı; Rusya’daki inşaatların dış cephelerinde Ruslar çalıştırılmıyormuş çünkü bir Rus işçi düşüp yaralandığı ya da öldüğünde çok ağır cezalar veriliyormuş. Peki ya bir Türk ölse?
Sloganları seviyoruz. %99’u Müslüman bir ülkeyiz ve peygamberimizin “işçinin hakkını alın teri kurumadan ödeyin” hadisi ile övünüyoruz ama nedense insanlarımız Avrupalı ya da Yahudi kökenli işadamlarının işletmelerinde çalışabilmek için can atıyor.
Muhafazakâr ya da solcu iş adamlarının işletmelerinde çalışan ama maaşlarını, kıdem tazminatı vb. haklarını alamayan binlerce insanımızın sesi duyulmadığı gibi 4 aydır maaş alamadıkları ve çoluk çocuklarına ekmek götüremedikleri için yerin bilmem kaç metre altında “ölüm orucuna” giren Kelkitli madencilerin vb. de sesini duymuyoruz. Duysak bile durumu politize ediyoruz.
O işçiler kapitalist ve bizce kefere Almanya ya da ABD’de yaşasaydı acaba böyle bir durumla karşılaşırlar mıydı?