Hiç mi bizim suçumuz yok!
Moğol orduları atları ile Bağdat’ı çiğnedikleri günden bugüne İslam dünyası belki de en karanlık günlerini yaşıyor. 1,5 milyarlık İslam aleminin dünyadaki ağırlığı yok denecek kadar az. Hemen hiçbir alanda esamemiz okunmuyor. Siyasi güçsüzlüğümüz bir yana bilim, edebiyat, kültür-sanatta bile geçmişin pırıltıları yok denecek kadar az ve ölülerimizin kıymeti harbiyesi sadece ana-baba-kardeşlerimiz için var. Tekil başarılarımız ortalamayı değiştirmiyor. Modern bilimin temellerini atmakla övünüyoruz ama son yüzyıllarda dünya mirasına doğru düzgün bir katkımız yok. Bizde ya da İslam dünyasında nadiren yetişen önemli isimlerde de yine kabul etmekte zorlansak da Batı’nın imzası var.
Bir zamanlar Hristiyanlık âleminde akıl hastaları ruhlarını şeytanın ele geçirdiği iddiası ile yakılıp, kale surlarından atılıp, ağır işkencelere maruz kalırken İslam dünyasında akıl hastanelerinin varlığı ya da Batı korkunç veba salgınları ile kırılırken Doğu’da bu salgınların çok az görülmesi ve yayılmaması, kütüphaneleri ve medreseleri ile ünlü şehirleri uzak bir hatıra gibi duruyor.
Düşünün ki; “Arabın Aceme, Acemin Araba bir üstünlüğü yoktur” diyen bir peygamber ve onun “İdaremde doğru olduğum sürece bana yardım edin. Doğruluktan ayrılırsam beni düzeltin”, “Fırat’ın kenarındaki bir kuzuyu kurt kapsa benden sorulur”, “İnsanlar dinde kardeşiniz, yaratılışta eşitinizdir” diyen halifelerinin varislerinin yaşadığı topraklarda bugün kan gövdeyi götürüyor ve insan haklarının bahsi bile yok.
İslam’ın egemen olduğu diyarlarda bir zamanlar farklı inançlar yan yana yaşayabilirken bugün bırakın farklı inançları Müslümanlar bile bir arada yaşayamaz halde. Mezhep kavgaları her yerde hazır ve nazır bir şekilde küçük bir kıvılcımı bekliyor. Bizim de çok farklı olmadığımız bilinmeli. Birileri hatırlamasa da Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlar çok uzak bir geçmişe ait değil.
Bizde saha çalışmaları çok fazla yapılmadığı gibi yapılanlar da böyle bir potansiyeli haber veriyor. Toplumun farklı katmanları arasında güvensizlik had safhada. Facebook ve Twitter gibi sosyal medya araçlarındaki hastalıklı tipleri görünce endişelenmemek imkansız. Bunları bir avuç azınlık olarak küçümsemek pek doğru değil. Karşılıklı olarak sürekli nefret üreten birtakım odaklar var ve insanlarımız bu odaklara karşı son derece savunmasız.
Sosyal medyadaki bu kalemşorlar belki kimseye zarar verecek cesarete sahip değil ancak unutulmamalı ki kitlesel ve kritik ortamlarda bu sinik ve cesaretsiz tipler inanılmaz derecede tehlikeli olabilir. Çok fazla dillendirsek de eğitim bile bu işe çare değil. İlgisiz gibi görünecek ama futboldaki holiganlar sadece alt gelirli ve düşük eğitimli kimselerden çıkmıyor. Çok iyi gelir sahibi, iyi eğitimli insanlar da bu iklimin bir parçası olabiliyor. Evinde, işinde çok kibar olabilen bu insanlar statlarda terör estirebiliyor. Şiddet sarmalı bu nedenle sadece alt gelirli ve eğitimsiz toplulukların bir sorunu değil.
Sonuçları pek çok kimseyi şaşırtan PISA sorularına bakanlar, soruların aslında çok zor olmadığını, daha çok öğrencilerin bilgileri yorumlayıp yorumlayamadıklarını, çıkarımlarda bulunup bulunamadıklarını ve anlama becerilerini kontrol ettiğini hemen fark etmiştir.
PISA’nın soru teknikleri bile bizim problemimizi göstermesi açısından çok önemli; terör ve şiddetin kaynağını ararken biraz da buraya bakmak gerekiyor. Kendisine verilenleri bir eleştiri süzgecinden geçiremeyen, doğruluğunu test edemeyen, tutarlılığa önem vermeyen ve bir hap gibi kabul eden bireylerin yaptıklarında ve verdikleri kararlarda isabetli ve sağlıklı olmaları beklenebilir mi? Maalesef suçu sürekli başkalarına atmak ve kaynağı dışarıda aramaktan rahatsızlıklarımızı tedavi aşamasına geçemiyoruz. Nasrettin Hoca misali ama bu kez tersten “Hiç mi bizim suçumuz yok?” diyesi geliyor insanın.