Gençliğe ümit gerek!
Liselerde 12’nci sınıfların sınav heyecanı bitmeden 11’inci sınıflar için heyecan şimdiden başladı. MEB’in de yönlendirmesi ile okullarda bu aralar yaz kursları için hummalı bir çalışma var.
Ancak ortada acı bir gerçek var; -bu hafta içinde ikincisi yapılacak- TEOG sınavları başarıyı neredeyse 4 yıl önceden belirliyor ve başarı potansiyeli yüksek öğrenciler bir araya getirilerek ayrıcalıklı bir konuma getiriliyor. MEB’in geçmiş yıllarda, sakıncalı gördüğü için okullarda engellemeye çalıştığı özel sınıf uygulaması bugün bizzat devlet eli ile yapılıyor ve seçkin okullar oluşturuluyor. Bu nedenle bu zincire dahil olamayan öğrencilerin başarılı olma ihtimalleri geçmişe göre çok daha düşük.
***
Eğitimde her dönem fırsat eşitsizlikleri vardı ancak geçmişte dershaneler bir yönüyle başarılı olma ihtimali taşıyan öğrenciler için kurtarıcı rolü oynayabiliyor, eksiklerini tamamlayarak başarı şanslarını arttırabiliyordu. MEB, dershanelerin ortadan kalkması ile oluşan bu boşluğu yetiştirme ve destek kursları ile doldurmaya çalışıyor ancak tüm iyi niyete rağmen bunda çok da başarılı olunabildiği söylenemez. Bedava sirkenin baldan tatlı olduğuna inanan bir toplumda okullardaki kurslara gerek öğrencilerin ve gerekse ailelerin bakış açılarındaki çarpıklık için ise ayrı bir yazı yazmak gerekiyor.
Eğitimdeki birçok çarpıklık yetmezmiş gibi bir de üniversite yapımız bizi büyük bir yalanın içine hapsetmiş durumda. 200’den fazla üniversitemizin gençlere sunduğu binlerce kişilik kontenjanları var. Pek çok genç bazı fakülte ve yüksekokullardaki bölümlere tek bir matematik ya da fen sorusu yap(a)madan; şart olanlar da ise 4 (dört) tane neti güçlükle bir araya getirerek yerleşiyor. Liseye kadar yapamadığımız elemeyi üniversite aşamasında da yapmaktan imtina ettiğimiz için bu gençler mezun olduklarında ellerindeki diplomaları ile hak ettiklerine inandıkları işleri bekliyorlar. Fakat, hayat acımasız bir şekilde onlara asgari ücretli vasıfsız işlerde çalışmaktan başka şans tanımıyor. Çok azı bu çarkı tersine çevirerek şansını başka alanlarda deneyerek başarılı olabiliyor.
Bu kez de teşebbüs ruhumuzun yetersiz ve medeni cesaretimizin az olması ve diplomalarımızın hükümsüzlüğü sebebiyle memur olabilmek için yeni bir sınav maratonuna, KPSS sınavlarına hazırlanıyoruz. Ve her ne hikmetse –başarılı olunduğu takdirde- İŞKUR’un iş garantili meslek kurslarına Türkiye’nin hemen her yerinde ilgi yok denecek kadar az.
Hayatlarının en değerli yıllarını boşa harcayarak heba etmekte sakınca görmeyen gençlerimizi; kendilerini kısa sürede meslek ve maaş sahibi yapabilecek bu tür kurslara yönlendiremiyor ve ilgilenmelerini sağlayamıyoruz. İşin üzücü yanı aileler de bu konuda duyarsız.
İşin acısı güya meslek edindirmek amaçlı açtığımız Meslek okulları mezunlarını da yetersizlikleri nedeniyle istihdama katamıyoruz. Eğitim sistemimiz bir kara delik gibi hem gençlerimizi öğütüyor hem milli sermayemizi tüketiyor. Sistemi düzeltmek adına atılan her adım ise sistemi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
***
Referandumla Türkiye yeni bir sürece girerken seçilecek başkanın önünde acil çözmesini bekleyen birincil meselelerden birisi olarak eğitim ve bu eğitim sisteminin yarattığı vasıfsız iş gücünün istihdamı sorunu bulunuyor. Bu sorunun çözümü farkında olmasak da demokrasi ve insan hakları noktasındaki sorunlarımızın çözümü için bir anahtar olarak karşımızda duruyor. İş, aş ve ekmek kaygısının olduğu yerde barış, huzur ve güvenin sürdürülebilirliğinin güçlüğü çok açık. Şahsen gelecekteki müstakbel başkan adaylarının bu konudaki görüş ve çözüm yollarını fazlasıyla merak ediyorum! Bu konuda doğru ve ikna edici çözümler sunabilecek bir siyasi parti ve liderinin seçimleri kazanma ihtimali sanıldığından da yüksek olacaktır. Çünkü çok büyük bir genç nüfusumuz var ve bu gençler geleceğe ümit içinde bakabilmek istiyor…