Beyin göçü ve Kudüs
Asuman Özdağlar’ın dünyanın en prestijli üniversitelerinden MIT’de Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri Bölümüne bölüm başkanı seçilmesi hepimizi fazlasıyla mutlu etti. Batı dünyasında bu tür başarıları ile gündeme gelen çok sayıda insanımız var ve bu durum bizleri fazlasıyla gururlandırıyor. Ancak işin bir de ters yönü var: Çok iyi yetişmiş insan gücümüzü kendi ülkemizde istihdam edememek, önlerini açamamak gibi ciddi bir problemimiz var.
Hamaset yapmaktan kıt kaynaklarla yetiştirdiğimiz bu değerlerin Türkiye yerine neden Batıyı tercih etmek zorunda kaldıklarını sorgulama aşamasına geçemiyoruz.
Bu tercihin nedenini sadece maddiyatla açıklamak ya da bu kişilerin ülke sevgilerini sorgulamak sanırım sadece kolaycılık olur, bizdeki problem çok daha derin ve girift.
***
Pek çok sıra dışı beyin için eş-dost, ahbap çavuş hegemonyasını aşacak bir sistemimiz yok. Üniversitelerimiz ve entelektüel havamız Batı ile kıyaslanamayacak derecede sığ ve özgürlük alanı dar.
Sıradan insanların dünyası ne denli siyah-beyaz ise entelektüel dünyamızda aşağı yukarı aynı. Etliye sütlüye dokunmayan çok az alan hariç hemen hiçbir alanda bilim insanlarımız kendilerini yeterince özgürce ifade edemiyor.
Bir yanda Şerif Mardin’i Said Nursi’yi çalıştığı için daha doğrusu istedikleri gibi eleştirmedi diye aforoz eden Kemalist bir dünya diğer yanda ise FETÖ’yü bir zaman eleştiri konusu dahi yaptırmayan muhafazakâr bir dünya vb. var.
Dün İsmail Beşikçi’yi sosyolojik bir gerçeklik olarak “Kürtler var” dediği için yıllarca hapislere mahkûm eden zihniyetin bugün değiştiğini söylemek için çok da sebebimiz yok. Israrla her şeyi vatanseverlik ya da hainlik penceresine sıkıştırdığımız için kim muktedirse dostu da düşmanı da o belirliyor.
Liste o kadar kabarık ki; Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a, Kemal Tahir’den Yaşar Kemal’e, Mahsuni Şerif’ten Ozan Arif’e her kesimden insanımızın yolu bir şekilde mahkeme salonlarından geçmekle kalmadı çoğu mahpus damlarında gün saydı.
Bilim ve felsefenin amacı sınırları aşmak, kalıpları kırmak, hakikatin çeşitli veçhelerini fehmetmek değilmiş gibi davranıyoruz. Doğrunun ve yanlışın bin bir renginin özgürce tartışılması gereken mecralarda kabul edilmiş doğruları ısrarla bizlere kabullendirmeye çalışan, Orta Çağ skolastisizmini aratmayan bir üst akıl var.
Düşünün ki, Aziz Sancar gibi siyasetten ve inançtan uzak bir alanda Nobel Kimya ödülünü alan bir değerimiz bile kendisini Türkiye’nin ideolojik kamplaşmasının zehirli havasından kurtaramadı. Halbuki yaptığı işin ideolojik bir tarafı yoktu ama Orhan Pamuk’un ödülünü tamamen ideolojik gerekçelere bağladığımız gibi Aziz Sancar gibi apolitik bir konuda çalışan bir kişiden bile şüphe edilebilirdik.
Ama yine de sormamız gereken asıl soruyu hiç sormadık:
“Aziz Sancar, Aziz Sancar olarak bilime sunduğu bu katkıyı Türkiye’de sunabilir miydi?”
Elbette sunabilirdi fakat o kadar çok ama’larımız var ki.
Tarihçiliğimiz kutbu Halil İnalcık en verimli çağlarını Amerika’da yaşadı. Kemal Karpat, Şerif Mardin, Oktay Sinanoğlu ve daha pek çokları…
Bu değerlerimizi parlatan ortamın Batıdaki akademik dünyanın sunduğu özgürlük ortamı olduğunun farkındayız ama bilmezden geliyoruz.
Sıradan insanlarımızın bile fıkra karakteri gibi bir resmi bir de gayrı resmi görüşünün olduğu bir ülkede entelektüelleri bu kıskacın dışında düşünmek için çok fazla sebebimiz yok!
***
Bizde niye Batı’daki gibi Düşünce Kuruluşları (DK) yok diye hayıflanıyoruz.
Sorarım size Türkiye’deki hangi DK senaryo üzerinde bile olsa ileride Türkiye’nin başına gelebilecek kötü senaryoları konuşup kamuyla paylaşabilir güven içinde? Ya da Türkiye’de yaşanmış gerçek olayların kaçını hiçbir korkuya kapılmadan filme alabilir bir yapımcı?
Halbuki Batı’da bu tür yüzlerce senaryo yazılıp oynanabiliyor.
Ve gelelim can alıcı soruya; ülkemize sığınan milyonlarca Suriyeli kardeşlerimiz arasında yüzlerce bilim adamı, sanatçı, edebiyatçı vb. birçok değerli ismin kaçını kıymetli üniversitelerimiz istihdam etti? Ya da şöyle soralım; hiç akıllarına geldi mi?
Kudüs diye ağlarken içine düştüğümüz acziyetin sebebi biraz da bunlar değil mi?