Başörtüsü, Madımak, Başbağlar!
Takvimlerden bir yıl daha eksildi, eksilirken keşke dertlerimizde eksilebilse ancak hiç de öyle olmuyor. Maalesef kolay kolay da olacak gibi gözükmüyor. 1950’den beri kör topal ilerleyen demokrasimize rağmen toplumsal kutuplaşmaları mutedil bir noktaya getirebilmiş değiliz. Köylülüğümüz hayata hükmediyor. Hükmettiği ve yeni bir medeniyet tasavvuru üretemediğimiz için de ürettiğimiz her şeyde bir sakillik var.
Bundan en çok etkilenen de inanç dünyamız. Fikrin değil ön yargıların çarpıştığı bir dünya. İnanç derken sadece dini kastetmiyorum, ideolojiler de bunun bir parçası. İslamcılığımız ne denli sakilse Kemalistliğimiz de muhafazakarlığımız da … o denli sakil.
***
Ve dahası sanki bu topraklarda birileri gerçekten çok mutlu yaşamış gibi hepimiz birbirimizin günahları peşindeyiz. Elbette her dönem bir şekilde bir eli yağda bir eli balda yaşamış kesimler var ama halkın genelinin böyle bir durumu yok.
Hangi etnik ya da dini orijinden gelirse gelsin insanlarımız bir zamanlar bir şekilde düzenin darbesini yemiş ve hala da bir şekilde yemeye devam ediyor.
Dedim ya kimse geçmiş günahları unutmuyor. Kimseden de unutmalarını beklemiyorum ancak başkalarının günahlarını unutmadan önce kendi günahlarımızla da yüzleşmemiz gerekmez mi?
Hz. İsa’nın söylediği gibi “ilk taşı içimizde günah işlememiş olan atmalı” değil mi?
Öyle olmalı ama maalesef içimizde öyle sütten çıkmış ak kaşık çok fazla yok. Şahsi duruşları saymazsak hiçbir akımın eli öyle çok da temiz değil.
***
Yine bir seçim yaklaşıyor. Seçimler yaklaşınca sağlıklı bir toplumda ne beklersiniz? Projelerin yarışmasını değil mi? Kimin hangi sorunumuzu hangi yolla çözeceğini bilmek herhalde hakkımız ama bizde işler öyle yürümüyor.
Ne zaman bir seçim sathına girsek anında tribün ağzıyla söylersek “vur, kır, parçala bu maçı kazan!..” havasındayız.
Geçen günlerde bir büyükşehir belediye başkan adayı ile ilgili bir tartışmada muhafazkar-milliyetçi bir dostumuz içinde birikmiş tüm öfkesi ile o aday ve partisi hakkında çok sert eleştirilerde bulundu. İşin üzücü tarafı eleştirilerinin büyük bir kısmı haklıydı ama bu tavırda bir eksiklik vardı.
28 Şubat sürecinde yaşanan başörtüsü mağduriyetini eşi ve başörtülü akrabaları üzerinden şahsileştirirken; bu zulme bir şekilde ortak olmuş ve o gün olduğu gibi bugünde iktidara eklemlenmiş –içinden geldiği- siyasi kanada tek bir eleştirisi dahi yoktu.
Belki yaşı yetmiyordu ama bizler o günleri bizzat içinde yaşadık. Bir zamanlar Ak Partinin en üst kademelerinde görev yapan Sayın Beşir Atalay’ın kurucu rektörlüğünü yaptığı üniversiteyi dağıtmak için ulusalcı-Kemalistlerin yanında milliyetçi-muhafazakar-ülkücü kadrolar da kullanılmıştı. Pek çok Üniversitede başörtülü kızları derslerinden ilk kovanların kimler olduğunu herkes biliyor. Kemalist hocalardan bile daha Kemalist takılanlar vardı.
Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsünde girdiğimiz Osmanlıca dersinde aynı zamanda bölüm başkanlığı yapan milliyetçi-muhafazakar hocamız başörtülü arkadaşlarımızı sinkaflı küfürlerle aşağılayıp dersten çıkmalarını isterken koca sınıfta tek bir milliyetçi-muhafazakâr öğrenci ses çıkaramamıştı. O kız arkadaşlarımın sessiz gözyaşları herhalde bir tek beni üzdüğü için olaya müdahil olup “Hocam arkadaşlarıma hakaret edemezsiniz. Derse bu şekilde girmelerini istemiyorsanız bunu daha düzgün bir yolla da söyleyebilirsiniz?” dediğimde; devlet mevlet diye bir sürü şey sayıklamış, devletin emri karşısında boynunun kıldan ince olduğunu ifade etmişti.
Okullarda çalışan başörtülü öğretmenlere başörtüsü yasağı getirildiğinde de okul kapı önlerine ilk eşi başörtülü müdürler çıkmıştı.
Bugüne kadar bunlardan hesap sorulduğunu hiç duydunuz mu?
Kemalistlere kızarken kendi mahallemizi es geçmemiz ne kadar kolay değil mi? Bütün günahları yıkacak bir yerimiz var ama ne hikmetse bu zulmü içerden azdıranlara karşı tek bir sesimiz yok.
***
Sivas dedi mi Başbağlar diye kıyamet koparan ve acıları yarıştıranlarımız var ama.
Sollingen faciasını anmak için koşa koşa Almanya’ya giden siyasilerimiz ne hikmetse hala Madımak dendi mi lal oluyor.
Maraş, Çorum vb. katliamlar ne vakit anılmak istense en önde valilerimiz yüksek hassasiyet göstererek koşarak anma toplantılarına katılıyor?!..
Sonra da bu ülke niye bu kadar bölünmüş diye kendi kendimize kahve muhabbeti çeviriyoruz.