Alaylı mı mektepli mi?
Osmanlı’nın son dönemlerine damga vuran gerilim noktalarından birisi de “alaylı mı mektepli mi” çekişmesi idi. Alaylılar çekirdekten yetiştikleri için tecrübelerine, mektepliler ise okul sıralarında aldıkları eğitim ve formasyona değer verilmesini istiyordu. İki tarafta da başarılı örnekler olduğu gibi başarısız örnekler de vardı.
80’lerden itibaren hayatımızda giderek artan “eğitim fetişizmi” ile birlikte alaylılar da azalmaya başladı. Üniversitenin ilgili ilgisiz her gence hedef konması da son darbeyi vurdu.
***
Halbuki bundan 30-40 yıl öncesine kadar hemen her alanda piyasanın ihtiyaç duyduğu vasıflı ara kadrolar çekirdekten yetişirdi. İşletmeler de doğal olarak daha donanımlı ve becerikli oldukları için -devletimiz diploma ve sertifika şartı getirse bile- mekteplileri değil alaylıları tercih ediyordu çünkü kimse yetiştirmek için zaman da, para da kaybetmek istemiyor.
Bugün maalesef mesleki eğitimin hemen her kademesinde korkunç bir yetersizlik var ve bu nedenle gençlerimiz de okullarını bitirdiklerinde büyük bir hüsrana uğruyor.
***
Peki, alaylılık ile mektepliliği uzlaştıramaz mıydık?
Yapabilirdik ama beceremedik. Çünkü eğitim felsefemizin hedefi insanı geliştirmek, olgunlaştırmak ve yükseltmek değil de ideolojik bir kimlik kazandırmak esaslı olunca ortaya çıkan üründe defolu oldu.
İyi insan olmak ile iyi vatandaş olmak arasındaki farkı çocuklarımıza öğretemediğimiz gibi ortak ahlaki değerler de oluşturamadık.
Gemisini yürütenlerin kaptan olduğu bir düzen kurduk.
Geçen hafta Talim Terbiye Kurulu eski Başkanı Emin Karip’in “2017 Eğitim Değerlendirme Raporu” yayınlanınca basında bildik bir fırtına koptu. Rapora göre 100 gençten 18’i, lise çağındaki her 4 öğrenciden 1’i açık öğretim lisesine gidiyormuş.
Aman ne felaket!
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Emine Erdoğan’ın himayesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) arasında imzalan “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Deklarasyonu”nun imza töreni “Çocuk işçiliğini önlemenin yapısal çözümü ise öncelikle eğitime önem vermek”ten geçiyor demiş.
Bilindik senaryo…
“EĞİTİM ŞART!”
***
Eğitim şart da bugünkü gibi bir eğitim hiç olmasa daha iyi.
Ahilikten Loncaya oradan çıraklığa uzanan bir geçmişimiz var; Batıyı anlamadan taklit edince de asırlara dayanan çıraklık sistemimizi “çocuk işçi” yazıklanmalarına kadar indirgeyip el birliğiyle yok ettik. Halbuki bu sistemi eğitim sistemimize entegre edebilir ve bugün okul sıralarında hedefsiz ve ümitsiz bir şekilde oturan çocuklarımıza daha iyi bir gelecek vaat edebilirdik.
Ama olmadı.
***
“Meslek Lisesi, Memleket Meselesi!” dedik ama bir arpa boyu bile yol gidemedik çünkü hâlâ meslek liselerini, kimse alınmasın ama işe yaramazların gönderildiği okullar olarak görüyoruz.
Halbuki bu çocuklar doğru bir planlamayla çok iyi ustalar, tasarımcılar, mucitler olarak yetişebilirdi.
Sistem çöktüğü için Türkiye genelinde birkaç okul ve birkaç bölüm hariç meslek liseleri tam anlamıyla felaketi yaşıyor.
Ne meslek öğretebiliyoruz ne de ahlâk.
Diğer liselerin de çok farklı olduğunu düşünmeyin…
Fabrikaları, işletmeleri mesleki eğitimin ana parçası haline getirerek ara eleman yetiştirilmesini sağlayacak yeni bir eğitim felsefesi üretmemiz gerekiyor. Büyümek ve dünyada söz sahibi olmak istiyorsak bunu başarmamız gerek.
MEB ise hâlâ öğretmenleri nasıl sıkboğaz ederimin derdinde!
***
Geldiğimiz noktayı oto boyacı ustası Erdal Ertürk veciz bir şekilde ifade ediyor “5-10 yıla kalmaz sanayilerde araçlarımızı tamir edecek usta bulamayacağız çünkü bunları yapabilecek son kuşak biziz ve sayımız giderek azalıyor. Artık bozulan, çizilen, hasar alan her parçanın yenisiyle değiştirileceği bir devre gidiyoruz.”
***
Bugün gelişmiş pek çok ülkede de lise eğitimi çökmüş durumda. ABD bile beceremediği için işi üniversitelere ve hayat okuluna atıyor. Hal böyleyken biz hâlâ sistem içinde tutacağız diye çocuklara faydadan çok zarar veren bir sistemde ısrarcıyız. Sistemin işlemediğini herkes görüyor ama kimse değiştirmeye yanaşmıyor.
Bunu yapabilmek için bir zihniyet değişikliği şart. Ancak, bu iradenin bu sistemden en çok zarar gören toplumca da gösterilmesi gerekmez mi?