16 Nisan’dan sonra
16 Nisan’da sandıktan “evet” de çıksa “hayır” da çıksa siyasete yeni bir anlayış ve ruhun gelmesi gerekli. Beylik bir söz olacak ama dünün hastalıklarının 17 Nisan’a taşınmaması gerekiyor. Referandum tartışmaları gölgesinde aylardır pek çok alanda atılması gereken önemli adımlar maalesef beklemekte ve bu bekleyiş de halkımızın sırtına ciddi bir maliyet olarak yüklenmiş durumda. Zararın bir an önce azaltılabilmesi için ortamın normalleşmesi, ekonomiden siyasete her alanda acil ve doğru adımların atılması gerekiyor.
***
Geride kalan 15 yıllık Ak Parti iktidarı, 7 Haziran seçimlerinden bugüne –darbe girişiminin de etkisi ile- özellikle ekonomik açıdan en başarısız günleri yaşıyor. Referandumdan “evet” çıksa bile bu gidişatın durdurulamaması 2019 seçimlerini sanıldığından zor bir hale getirebilir.
Bu nedenle hem ekonomideki kötü gidişin durdurulması hem de temel hak ve özgürlükler noktasında ciddi adımlar atılmalı. Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’nin dünyada yükselen faşizm rüzgârlarına kapılması kendi ayağına kurşun sıkmaktan farklı olmayacaktır. Türkiye gibi çok renkli sosyal-kültürel-siyasi yelpazeye sahip bir ülkeyi tek renge hapsetmeye çalışmak bugün gündem dışı gözüken ve konuşmadığımız pek çok sorunu daha yakıcı bir şekilde önümüze çıkarabilir. Bu nedenle duygularımızla değil de akıl ve mantıkla hareket etmek çok önemli.
Güçlü ve sağlıklı bir adalet sistemi tesis etmenin yanı sıra Kürt sorununun ve Alevilerin sorunlarının çözümü müreffeh ve huzurlu bir gelecek inşası gerekli. Eski düzenin refleksleri ile bu sorunları ele almaya devam etmemizin, Türkiye’nin Batı’dan bağımsız hareket etmesini ve kendi politikalarını geliştirmesini istemeyen güçler için kullanılışlı birer araç olmaya devam edeceği gerçeğini referandum süreci bize çok açıkça gösterdi.
Bu nedenle, Kürtlerin çoğunluğunun bugüne kadar Ak Parti’ye ve hendek sürecinde barışa verdikleri destek doğru anlaşılmalı ve terör yanlılarının eli tamamen zayıflatılmalı. Bir adım sonrasında ise Türkiye’nin Türkiye dışındaki Kürtlerle olan ilişkisine hâkim olan paradigmanın da değişmesi gerekiyor. Dış Türkler ile ilişkilerimizi nasıl azami oranda geliştirmeye çalışıyor ve ona göre stratejiler üretmeye çalışıyorsak dış Kürtler konusunda da benzer bir çaba ortaya koymamız gerekiyor.
Açıkça söylemek gerekirse Orta Doğu’da haritalar yeniden çizilirken –altını çizerek söylüyorum- Kürt soydaşlarımızın bu çizilen haritalarda yok sayılmalarını engellemek, Kürt ve Türk soydaşlarımızın çıkarlarını ve bekalarını birlikte korumak Türkiyemizin dış politikasının yeni temellerinden biri olmalı.
***
Orta Doğu’daki Kürt varlığı üzerine en fazla söz sahibi ülke Türkiye’dir ve bu yıllardır dilimize pelesenk olan ama bir türlü gerçek manada hayata geçiremediğimiz “Türk ve Kürt etle tırnak gibidir!” söyleminin hayata geçmiş hali olacaktır.
Bölgedeki bir Kürt devletinden korkmak yerine oluşacak yeni statü içinde Türkiye ile daha içli dışlı bir bölge yaratmanın dinamikleri kurulmaya çalışılmalıdır. Böyle bir dinamiğin bölgedeki tüm dengeleri değiştireceği ve Türkiye’nin önünü açacağı muhakkaktır. Bugüne kadar yaşananlara rağmen hala geç kalmış sayılmayız.
Aleviler konusunda da benzer bir durum söz konusu. Alevilerin, hangi partilere oy verdiklerinden bağımsız, bu ülkenin paydaşlarından biri olduğu gerçeği kabul edilmeli ve sorunları çözülmelidir. Kimsenin kimseye inancını, ideolojisini dayatma hakkı olmamalı. Bu tavır sadece Aleviler için değil Sünni çoğunluk içinde geçerli. Bırakalım Aleviler kendi siyasi ve inançsal tercihlerini kendileri yapsın. Hoşumuza gitse de gitmese de bunun demokratik bir hak olduğu kabul edilmeli.
FETÖ terörünü gördükten sonra bu tür ayrımcılıkların başımıza neler getirebileceğini herhalde yeterince anlamış olmamız gerekiyor. Eğer hala anlamamışsak bizi zor günlerin beklediğini söylemek için müneccim olmaya da gerek yok…