Saygı diline ihtiyacımız var

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletinse…

Cumhuriyetin kuruluşundan beri “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sloganını kullanıyoruz.

Bu sloganı kullanırken, Milletin kararını ve beklentilerini yeterince anlıyor, saygı gösteriyor, beklentilerine cevap veriyor muyuz?

Bu soruya arzu etsek de “evet” cevabı veremiyoruz.

İskender Öksüz Hoca’nın sık sık vurguladığı gibi, (çok sayıda grup varsa da) iki ana eksendeki yankı grubuna hapsolmuş iki ayrı paralel evrende yaşıyoruz.

Oysa hakimiyetin sahibi olan Millet, evrenlerden birini değil hepsini birden ifade ediyor.

Birbirimizi anlayarak birlikte yaşama kültürünü oluşturmamız gerekiyor. Bunu başaramazsak, milletçe huzuru bulmayacağımız gibi, iktidar olsak bile mensubu olduğumuz yankı odasında da huzur bulamayacağız. Ötekine karşı sürekli teyakkuz halinde olanların, iktidarda da olsalar, huzurlu olmaları mümkün değil. Yirmi bir yıllık Ak Parti iktidarında yaşadığımız tam da bu maalesef.

İktidar olanlar, anlamak ve saygı duymak yerine, ötekini aşağılayarak ve düşmanlaştırarak kendilerine ve taraftarlarına da zarar veriyorlar.

Türkiye’nin sosyolojik yapısına göre siyasetin başarı şansı

Türk halkının %65-70’i dindar, milliyetçi, muhafazakâr ve eski tabirle sağa yakın; %30-35’i laik, Atatürkçü ve eski tabirle sola yakın vatandaşlardan oluşuyor.

Millet İttifakı bu dağılımı (son seçim yarışını) “demokrasi-parlamenter sistem” ve “otokrasi-başkanlık sistemi” eksenine çekmeye çalışıyor. Bu çaba kısmen karşılık bulsa da paralel evrenlerde yaşadığımız gerçeği değişmiyor.

Halkın sosyolojik eğilimlerini kabullenerek, hassasiyetlere karşı dikkatli olanlar ve mesajlarını öteki evrene ulaştırabilenler başarılı olabilirler.

Mevcut sosyolojik yapıda milliyetçi-muhafazakâr kitleye hitap eden siyasetçilerin avantajlı olduğunu kabul etmeliyiz.

Bu yapıya bakarak, laik, Atatürkçü siyasetin başarı şansının olmadığını söyleyebilir miyiz?

Bu sorunun cevabını rahmetli Bülent Ecevit vermişti. Ecevit “inançlara saygılı laiklik” yaklaşımı ile CHP’ne seçim rekoru kırdırmıştı. Bu deneyim, halkın hassasiyetlerini gözeten siyasetçilerin de başarı şansının olduğunu gösterdi.

Özetle, hangi kesimden olursa olsun; halkın inançlarına, yaşantısına, yaşam tercihlerine saygı gösterenlerin başarı şansı her zaman vardır. Tersine, halkın inançlarını, yaşam tarzını küçümseyenlerin başarı şansı olamaz.

CHP’nin geçmişe bağlı imajı

Tek parti döneminin CHP’si, halkın kahir ekseriyetinde Kur’an ve ezan yasağı ile anılır. Bu algı toplum hafızasında tazeliğini halen koruyor.

1960 ihtilalinden itibaren ise CHP, askeri vesayet rejiminin sahibi olarak biliniyor. 2010’lara kadar süren bu dönemin özelliği, CHP’nin parti olarak muhalefette ancak fikri olarak iktidarda olmasıdır.

Tarihsel süreci özetlersek: Halkın büyük çoğunluğunda CHP demek ezan yasağı, Kur’an yasağı ve askeri vesayet demektir.

Bülent Ecevit, “inançlara saygılı laiklik” yaklaşımı ile, ezan ve Kur’an yasağının izlerini silmeye çalıştıysa da başarılı olduğu söylenemez.

CHP’nin imajını düzeltmeye çalışan ikinci siyasetçinin Kemal Bey olduğunu söylemeliyiz. “Helalleşme” mottosu ile başlattığı onarım çabaları halen devam ediyor.

Bunca ekonomik soruna ve iktidar yıpranmasına rağmen, Kemal Bey’in %45 oyda kalmasının önemli sebeplerinden birinin CHP’nin geçmişten gelen imajı olduğunu biliyoruz.

AK Parti’nin tutumu

Ak Parti’nin kuruluş döneminde ve iktidarının ilk yıllarında, farklı grupların birlikte yaşamasına uygun bir zemin oluşturacağına ilişkin beklentiler oldukça yüksekti.

Seçimlerden sonra yapılan birleştirici, kucaklayıcı balkon konuşmaları beklentileri arttırdı.

Bu sürecin 2007’ye kadar sürdüğünü söyleyebiliriz.

Anayasa değişikliğinin yapıldığı (yargı üzerindeki vesayet etkisinin kırılmasına yol açan) 2011 yılı sonrasında Ak Parti’nin yaklaşımlarında değişiklikler başladığını görüyoruz.

2016 FETÖ darbe teşebbüsünden (özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişten) sonra gücü tamamen ele geçiren Ak Parti, kuruluş dönemindeki söylemlerinden tamamen uzaklaşarak, kutuplaştırma ve ayrıştırma siyasetine döndü.

Üzülerek söylemeliyiz ki bu kutuplaştırma ve ayrıştırma siyaseti bizzat parti yöneticilerince başlatıldı, dayandığı entelektüel çevre tarafından da desteklendi.

Bu dönemde muhalif kesime yöneltilen ithamları hatırlayalım: Hain, dönek, Ermeni, Rum, dinsiz, küffar, satılmış, terörist, terör uzantıları, küffar, zillet ittifakı, işgal güçleri, siz Kandil’den emir alıyorsunuz biz Allah’tan…

Seçimlerde kullanılan bazı provokatif ve manipülatif söylemler: Bunlar gelirse Öcalan’ı serbest bırakacak, Güneydoğu’ya özerklik verecek, su saatlerinizi PKK’lılar okuyacak, genel müdürlükler PKK’ya verilecek, dilini kopartırım…

Bazı Ak Parti milletvekilleri ve partiyi desteleyen aydınlar nezdinde Sayın Erdoğan’ın pozisyonuna dönük bazı ifadeler:

Allahü Teala’nın bütün vasıflarını toplamış bir lider.

Ona dokunmak bile ibadettir.

Başbakanın sözü Peygamber sünnetidir.

İlginç olan, itikadî yönden problemli bu ifadelerin ilahiyatçılar tarafından sessizlikle karşılanmış olmasıdır. Bu ifadeler CHP’liler veya muhalif partilerce söylenmiş olsaydı ilahiyatçılarımız yine sessizliklerini koruyacaklar mıydı?

Ak Parti bu söylem stratejisi ile halkın %65-70 ine hitap ediyor, %30-35’ini ötekileştiriyor. Hitap ettiği kitleyi kimlik siyaseti üzerinden konsolide ettiği için de siyaseten başarılı oluyor. Ötekilerin oyuna ihtiyaç duymadığından kutuplaştırma siyasetini sürekli diri tutuyor.

Peki Ak Parti’nin bu stratejisi (referans aldığı iddia edilen) İslam dini açısından tasvip edilir mi? Bu sorunun cevabı için, iktidar blokunun itibar ettiği bir ilahiyatçı olan Nihat Hatipoğlu’nun 7.12.2023’te Sabah Gazetesi’nde yayınlanan yazısına bakalım.

Ebu Cehil hakkında konuşmayın!

Hz. İkrime, Ebu Cehil'in oğluydu. Ebu Cehil bildiğimiz gibi Bedir harbinde ölünceye kadar bütün hayatı boyunca Efendimiz'e (s.a.v.) ve arkadaşlarına eziyet etti. Savaş açtı. Hz. İkrime ise, Mekke fethinden sonra Müslüman oldu. İslam'ında samimi bir mümin oldu.

İkrime'nin Müslüman olduğu günlerden bir gündü. Sahabe mescidin önünde toplanmış, belki de İkrime'nin duyacağı bir sesle Ebu Cehil'e hakaret anlamında konuşuyorlardı. Veya beddua ediyorlardı. Hz. Resulullah (s.a.v.) evinin içinden bu hadiseye şahit oldu. Odasından hızla çıktı ve sahabeye müdahale etti. Ebu Cehil'in aleyhinde ağır konuşulmasından rahatsız olduğunu hatırlattı ve şöyle buyurdu:

“Ebu Cehil aleyhinde konuşmanız ona zarar vermez. Ancak yaşayan tanıdıklarına -Hz. İkrime'yi kastediyor- zarar verir. Onları üzer. Sizleri bu sözlerden sakındırıyorum.”

Ebu Cehil’le ilgili uyarı ile yukarıda bahsi geçen söylemleri karşılaştırdığımızda (haşa kimseyi Ebu Cehil yerine koymadan) bu söylemlerin Hz. Peygamber’in sünnetine taban tabana zıt olduğu görülmüyor mu?

CHP’nin ve muhalefetin söylemleri

Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çağrısından sonra CHP yöneticilerinin (geçmiş dönemlere kıyasla) daha dikkatli bir dil kullandıklarını kabul etmeliyiz. Birkaç milletvekili veya yönetici aykırı sözler etse de yönetim kademesinin bu söylemleri tasvip etmediğini biliyoruz. Hatta ezanın Türkçe okunmasını isteyen bir milletvekili CHP’den ayrılmak zorunda kalmıştı.

Ancak CHP’nin dayandığı kimi entelektüel çevre ve tabanındaki bazı radikal unsurların söylemlerinde iktidar kanadıyla yarıştıklarını söylemeliyiz.

Bu söylemlerde kullanılan bazı ifadeleri hatırlayalım: Bidon kafalılar, cahiller, ahmaklar, celladına aşık olanlar, Firavun, makarnacılar, kömürcüler…

Kendisine saygı duyduğum muhalif bir aydının (Ömer Hayyam’a atfen) sosyal medya paylaşımına bakalım: Celladına aşık olmuşsa bir Millet, ister ezan ister çan dinlet. İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet, müstahaktır ona her türlü zillet.

Bir gazete manşeti: Demek ki Millet TOGG muş.

Bu söylemler, helalleşme söylemlerinin inandırıcılığına gölge düşürüyor. Karşı taraf şöyle düşünüyor: Bunların eline fırsat geçerse bize yeniden zulmederler, kazanımlarımızı kaybederiz.

Milletin inançlarını, yaşam tarzını, dini değerlerini, bağlı olduğu cemaatleri hedef alan söylemler sosyolojik olarak başarı şansı zaten düşük olan (laik, Atatürkçü, sol) kimlik siyasetini pratik olarak imkânsızlık derecesine indirgiyor.

Altılı masa mutabakatlarının önemi

Geçen haftaki yazımda Deva, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti’nin millet ittifakı oy oranına önemli bir katkı sağlamadığını yazmıştım.

Ancak, bu birlikteliği hiçbir oy katkısı olmasa, hatta negatif oy etkisi olsa bile çok değerli buluyorum.

Bu mutabakatın Türk siyasi tarihinde hak ettiği yeri alacağına inanıyorum.

Beraber yaşayacağız, huzurumuz için söylemlerimize dikkat etmeliyiz

Gençlerimizde ülkeyi terk etme eğilimleri artmış olsa da bu milletin mensupları olarak hep birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Birlikte huzur içinde yaşamanın en önemli unsurlarından biri ilişkilerimizde ve söylemlerimizde saygı dilinin hâkim olmasıdır.

Kutuplaştırma siyaseti ile seçim kazanılsa ve iktidar olunsa da kalıcı başarı ve huzur sağlanamaz. Yukarıda da açıkladığım gibi:

İktidarı alanlar mensubu oldukları grupta da huzur bulamazlar. Ötekine karşı sürekli teyakkuz halinde olanların iktidarda da olsalar huzurlu olmaları mümkün değildir.

Bu duygu ve düşüncelerle Milletin 28 Mayıs’ta yapacağı tercihin hayırlı olmasını ve saygı dilinin egemen olmasını diliyorum.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum