Gerçek aydın intihar etmeyen aydındır(!)

İsmi lazım olmayan bir akademisyenin tespit ve değerlendirmesine göre biz kendi çocuklarımıza sürekli olarak Batılı düşünürleri anlatmak ve onları örnek aydın profilleri olarak sunmakla halt ediyoruz. Oysa Friedrich Nietzsche’den Max Weber’e, Louis Althusser’den Stefan Zweig’e kadar sayısız “gavur” ya intihar etmiş ya intihara teşebbüs etmiş ya da aklî muvazenesini yitirmiştir. Peki, siz Yunus Emre’de, Hacı Bektaş-ı Velî’de intihar eylemi görebiliyor musunuz? Şimdi, her birinin deve dişi gibi mütefekkir olduğunu zannettiğiniz bu gavurlar birer zavallı değil de nedir? Bu zavallılar hayatı, eşyayı anlamak ve anlamlandırmak şöyle dursun, kendi varlıklarının altından bile kalkamamışlardır. Bunlar sayısız kitap yazmış, ama onca kitap hiçbir işe yaramamıştır. Bakın, İsviçre’de trenler dakik çalışır. Şayet tren biraz gecikmişse, bilin ki orada mutlaka bir intihar hadisesi yaşanmıştır… Batı dünyasında intihar vaka-yı âdiyedendir… Hâl böyleyken, söz konusu gavurların birer büyük düşünür, aydın diye anlatılmasının ne anlamı var? Gerçek düşünür, aydın, âlim Takiyyüddin Efendi’dir, Ali Kuşcu’dur, Uluğ Bey’dir vs.

***

Sayın akademisyenin analizi öz/özet olarak budur. İmdi, bundan sonra yazacaklarım, kahvehanedeki Mehmet dayının sohbetinden hallice görünen bu analizin özgüven postuna büründürülmüş bir aşağılık kompleksiyle malul olduğunu göstermeye matuftur. Evvela, gözlemlerimden hareketle şunu söylemeliyim ki Batı felsefesi ve düşünürleri hakkında üst perdeden konuşan yerli akademisyenlerin önemli bir kısmı, yüksek lisans veya doktora tezlerini Batı ülkelerinde hazırlamış olmakla tanınır. Bu durum, kuvvetle muhtemel olarak bizim bu zevatın Batı’ya gittiklerinde, en başta dil bilmezlik ve eziklik olmak üzere tarihin akışını birkaç asır geriden takip eden bir dünyadan gelmiş olmanın aşağılık kompleksini iliklerine kadar hissetmesi ve sonunda bu kompleksi haset, öfke ve nefrete dönüştürmesiyle alakalı olmalıdır. Fakat ne gariptir ki Batı düşünce dünyasını yerden yere vuran yerli, milli ve pek gelenekçi münevver akademisyen taifemiz, sözgelimi Teftazânî ve Cürcânî gibi isimlerin yanına Heidegger ve Foucault gibi Batılı düşünürleri eklemekten de geri durmamaktadır. Ne yazık ki bu tuhaf dil günümüz sosyolojisinde hayli prim yapmakta, haddinden fazla taraftar bulmaktadır.

***

Yazının başında özetlediğimiz Batı analizi, malum “Ver mehteri!” klişesini tekrarlamaktan ya da “ceddin baban” türü dizileri seyretmenin keyfiyle uyuşmaktan başka bir anlam ve işleve sahip değildir. Ama gelin görün ki şimdiki zamanın ruhu bu tür analizleri kıymete bindiriyor. Çünkü günümüz Türkiye’sinde muhafazakâr ve gelenekçi damarın kabarmasına bağlı olarak akademik ve entelektüel platformlarda da geçmişe dönük bir “özlemler diyarı” algısının her geçen gün yaygınlık kazandığı gözlemleniyor. Belli ki birçok kimse “Yalan Söyleyen Tarih Utansın”lı günlere dönme hasreti çekiyor. Ancak o günlere geri dönmek adına televizyon ekranlarında janti pozuyla arz-ı endam etmek hem gelenekçi söylemin hem de bir bütün olarak gelenekçiliğin ruhunu muazzeb ediyor. Kanımca, gerçek münevverin kim olduğunu anlatmak ve aynı zamanda sahte münevverlerin ipliğini pazara çıkarmak(!), yani Foucalt’ı cinsel tercihinden, Weber’i akıl hastalığına yakalanmasından, Deleuze’yi intihar etmesinden kalkarak Batı eleştirisi yapmak için, en azından “fes” gibi bir şeyler de giymek gerekiyor.

***

Başka insanların özel hayatlarını, neler yaşadıklarını bilmeden, kiminin cinsel tercihini, kiminin intihar girişimini, kiminin ruh sağlığını kaybetmesini dile dolamak, her şeyden önce İslam ahlakına mugayir bir tutum ve davranıştır. İslâmî ahlak ayıpların, kusurların faş edilmemesini buyurur. O halde, bir insanı ruhsal hastalık ve intihar üzerinden kodlayıp eleştiri konusu yapmak, en hafif tabirle bel altı vurmaktır. Kaldı ki son dönem Batı dünyasındaki düşünürlerden pek çoğu, özellikle de varoluşçu düşünürler grubu, Kilise merkezli Hıristiyanlığın yarattığı büyük skandallar sebebiyle varlığın, hayatın, eşyanın mahiyetine dair büyük soruların cevabını dinde arayıp bulmaktan ümidi kesmiş, bu yüzden de dine gücenmiş ve içerlemiş olarak kendi akıllarının gösterdiği istikamette varlık ve varoluşa dair anlam arayışına koyulmuşlardır. Sonunda, bir kısmı, “Her şey boş” deyip işin içinden çıkmış, bir kısmı, “Tanrı öldü” diyerek feryadı basmış, ama hepsi de varlığın anlamını kavramak için adeta yırtınmıştır. Ezcümle, bir insanın zihin sancılarını, fikrî çabalarını tümden yok sayıp hâl-i hayatında hangi hastalığa yakalandığı ve hayatının nasıl sonlandığı üzerinden analiz yapmak, ilim adamlığı filan şöyle dursun, ortalama insanlık adına hicap duyulacak bir işgüzarlıktır.

YORUMLAR (39)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
39 Yorum