Dünya bir köprüdür, geçilir...

Yeryüzündeki varlık ve hayat macerası başladığı günden beri insanoğlu hem bu dünyanın “yalan dünya” olduğunu itiraf eder hem de bunu bile bile dünyaya kazık çakmak ister. Bir yandan sırf kendi namına bitmez tükenmez ham hayaller üretir, bir yandan da müthiş bir açgözlülükle dünya üzerindeki hemen her nimet ve imkânı adeta talan etmek ister. İnsan sürekli bir telaş ve itiş kakış hâlinde didinir, çoğu zaman da birbirini yer bitirir. Fakat günün birinde hayat sermayesi tükenir ve “Bu dünyadan bir falanca geçti” kütüğüne kaydedilir. İnsanoğlunun kısacık ömür hikâyesini “kıssatün lâ tenhetî” (sonu gelmez hikâye) gibi algılaması, öncelikle kendi varlığını abartması ve yine kendini bütün varlık binasının kilit taşı sanmasıyla ilgili olsa gerektir. Hâlbuki insan paha biçilmez bir varlık filan değildir. Hele de ham hâliyle kahrı çekilesi bir varlık hiç değildir. Üstelik insanın bu dünyadaki meşgalelerinin pek çoğu beyhudedir.

***

Tanah’ın Hz. Süleyman’a ait olduğu düşünülen Vaiz Kitabı, “Her şey boş, bomboş!” şeklindeki çarpıcı bir ifadeyle başlar ve şöyle devam eder: “Ne kazancı var insanın güneşin altında harcadığı onca emekten? Nesiller gelir, nesiller geçer, ama dünya hep yerinde kalır… Her şey yorucu, kelimelerle anlatılamayacak kadar. Göz görmekle doymuyor, kulak işitmekle dolmuyor. Önce ne olduysa, yine o olacak. Önce ne yapıldıysa, yine aynısı yapılacak. Güneşin altında yeni bir şey yok. Var mı kimsenin, “Bak bu yeni!” diyebileceği bir şey? Kendi kendime, “Gel, zevki tat. İyi mi, değil mi, gör” dedim. Ama gördüm ki o da boş… Büyük işlere girdim, kendime evler inşa ettim, bağlar diktim… Altın, gümüş biriktirdim; kralların, illerin hazinelerini topladım. Kadın, erkek şarkıcılar ve erkeklerin özlemi olan bir harem edindim… Gözümün dilediği hiçbir şeyi kendimden esirgemedim. Gönlümü hiçbir zevkten alıkoymadım. Yaptığım her işten zevk aldı gönlüm. Bütün emeğimin ödülü bu oldu. Yaptığım bütün işlere, sarf ettiğim onca emeklere bakınca gördüm ki hepsi boş ve rüzgârı kovalamaya kalkışmakmış. Meğer güneşin altında hiçbir kazanç yokmuş…”

Modern zamanlarda çok daha görünür hâle geldiği üzere insan kendi varlığını abartma ve kendini çok fazla bir şeymiş gibi algılama vehminden kurtulacak gibi görünmemektedir. Buna mukabil sûfî gelenek hem insanın özgül ağırlığı hem de dünya sahnesindeki hayatın anlamı konusunda hakikati derinden kavramış görünmektedir. Mesela, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî el-Futuhâtü’l-Mekkiyye adlı eserinde (Üçüncü Sifr, Otuz İkinci Bölüm) dünya ve dünyevi hayat hakkında mealen şöyle demektedir: Sıradan insanlar bilindik uyku dışındaki uyku ve uyuma hâlinden çoğunlukla bihaberdir. Oysa Rasûlullah dünyevi hayat boyunca insanın sürekli uyku hâlinde olduğunu bildirmiştir. İnsan bu uykudan ahirette uyanır. Ölüm ahiret ahvalinin eşiğidir… Bu yüzden Rasûlullah dünyayı ibret, yani geçilmesi gerekli bir köprü olarak tasvir etmiştir. Rüya tabir edildiği gibi dünya da tabir edilmeli, yani bir köprüden geçer gibi geçilmelidir.

Tabir, “bir yerden başka bir yere veya bir halden başka bir hale geçmek” anlamındaki “abr” kökünden türemiş bir kelimedir. Aynı kökten türeyen ibret, i’tibâr gibi kelimeler de zihnen/fikren bir şeyden başka bir şeye geçiş/intikal anlamına gelir. Rüyada görülen semboller tabir/te’vil edilir ve böylelikle sembollerin dış dünyada işaret ettiği manalara geçilir. İnsanın dünyadaki hâli de böyledir. İnsan nihai olarak dünya için tasarlanmış bir varlık değildir. Daha doğrusu insanın dünya üzerinde görüp geçirdiği her tecrübe ahiret için amaçlanmıştır. Tıpkı rüyada görülen sembollerin uyanıklık hâlinde (dış dünya tecrübesinde) kendini göstermesi gibi insanın da bu âlemde gördüğü her şey tabir edilmiş hâliyle öbür âlemde karşısına getirilir. Uzun lafın kısası, dünya bir köprüdür, geçilir. İnsanın uykuda gördüğü şeylerle ilişkisi de bunun gibidir. Çünkü insan uykudan uyandığı zaman, rüyada gördüğü şeylerden hiçbirini elinin altında bulamaz. Tıpkı bunun gibi ölümle birlikte uyanıp gözlerini ahirete açtığında, dünyadayken elinin altında olan hiçbir şahsi mülkünü yanında bulamaz.

***

Bu dünya köprüsünden bir Fuat Sezgin geçti, ama o çoğu insan gibi sadece gelip geçmedi; İslam ilim ve medeniyetiyle ilgili çok değerli bir miras bırakıp gitti. Yani ömür sermayesini har vurup harman savurmadan, “Meğer bu dünyada her şey boşmuş” diye hayıflanmadan yaşama bahtiyarlığına erdi. Hoca, hâl-i hayatında kendini dev aynasında da görmedi; fakat en azından son altmış yıl boyunca karınca misali çalışıp didinerek ortaya koyduğu devasa ilmî miras onu çok büyük ve değerli bir insan hâline getirdi. Fuat Sezgin Hoca bu dünya köprüsünden uyku ve uyuklama hâlinde değil, tam bir yakaza hâlinde geçti. Üstelik bu dünyadan göçüp giderken amel defterini dürmeden gitti. Yani öteki dünyada da elinin altında bulacağı birçok şeyle birlikte göçüp gitti. Cenâb-ı Hak, Fuat Sezgin hocamıza engin rahmet ve mağfiretiyle muamele etsin; bizlere de bu dünya köprüsünden böyle bir miras bırakarak geçmeyi ve tıpkı hocamız gibi hayırla yâd edilmeyi nasip eylesin.

YORUMLAR (41)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
41 Yorum