Enerji Krizi
Covid-19 pandemisi başladığından bu yana Dünya’nın üzerinde adeta kara bulutlar dolaşıyor. Son iki yıldır hastalıklar, ölümler, karantinalar, kısıtlamalar hayatın bir parçası oldu. Son aylarda bütün bunların üstüne gıda fiyatlarındaki artış, kıtlık ihtimali ve enerji krizi eklendi.
Enerji krizini tetikleyen bir çok sebep var. Bazıları küresel çapta genel nedenler iken bazıları da ülkelere has sorunlar gibi görünüyor. Kaçınılmaz olarak ülkemiz de bundan etkilenecek. Hem enerjinin üretimi yani arzı hem de kaçınılmaz olarak fiyatı konusunda sorunlar bizi bekliyor.
Ana sebep olarak karbon salınımını azaltmak amacı ile uygulamaya konan kısıtlamalar ve birçok santralin -özellikle kömürle çalışan- bu nedenden ötürü kapatılması gösteriliyor. Enerjiyi üreten santraller kapatılınca ya da bir kısmı düşük kapasite ile çalıştırılınca kaçınılmaz olarak bir arz sıkıntısı baş gösteriyor.
Krizin bir diğer sebebi olarak Almanya’nın ülkedeki tüm nükleer santralleri 2022’ye kadar kapatma kararı alması sayılıyor. Merkel’in 2011 Japonya-Fukishima santrali kazasından sonra aldığı bu karar çok etkili oldu. Etkiyi olumsuz anlamda kullanıyoruz. Zira bu kapatma kararı ile bir bir kapanan santraller ciddi şekilde elektrik üretimi azalmasına yol açtı. Merkel giderayak bu kararından pişman olmuş mudur bilmiyoruz.
Nükleer enerji -evet, çok tehlikeli olmasında rağmen- bir anlamda da karbon salınımı açısından en temiz enerji olma özelliğine sahip. Almanya’nın nükleer enerjiyi kısıtlama kararını başka ülkeler de takip ettiler. Burada amaç hem nükleer enerjinin zararlarından kaçınmak hem de onun yerini alacak arzın güneş enerjisi, termik ve hidroelektrik santrallerinden sağlanması idi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.
2011’den bu yana geçen sürede o bahsedilen güneş, termik ve hidroelektrik yatırımları tam olarak bitirilemedi. Bazıları ise iklimsel koşullar yüzünden (kuraklık vs.) istenilen sonucu vermedi. Dolayısı ile artık Avrupa’da daha az enerji üretilir oldu. Talep artarken arzın daralması da kaçınılmaz bir fiyat artışı olarak karşımıza çıkıyor.
Bu noktada bir başka sebep ise pandemiden sonra özellikle 2021’in yaz ayları ile birlikte Dünya’da talebin ciddi bir şekilde artmaya başlaması. Hayatın büyük ölçüde normale dönmesi ile enerjiye olan ihtiyaç arttı. Ekonominin birden ve hızlıca canlanması ciddi bir şekilde enerji darboğazına yol açmakta.
Buna önlem olarak Avrupa’da doğal gaz santralleri devreye alınmaya başlandı. Bu tarz santraller kömürle çalışanlara göre nispeten daha az karbon salınımına yol açmaktalar. Dolayısı ile paçalar sıkışınca mecburen karbon salınımını azaltma hedefi ikinci plana itildi. Ancak şu an için bu da geçici bir çözüm. Yüksek talebi karşılamaya yetecek bir önlem değil. Doğal gaz da bu anlamda arzı kolay arttırılacak bir kaynak değil. Özellikle ABD’den diğer ülkelere yapılacak doğal gaz ihracatının kapasitesi belli. Hem üretim hem de taşıma açısından belli bir sınır var.
Şu an için daha çok Avrupa kaynaklı bir kriz gibi görünse de küresel çapta etkiler olmaya aday bir kriz. Ülkemizde de kaçınılmaz olarak doğal gaz ve elektrik fiyatlarının artmasından bahsediliyor. Zaten aşırı pahalanmış yaşam şartlarının üzerine bir de bu eklenince çok zor bir kış geçireceğimizi söylemek zor değil.