Yapılan, yapanın yanına kar kalıyorsa…
Musul operasyonunda tarafların ne istediği aşikardır.
Amerika’nın hedefi IŞİD’in temizlenmesi ve işgalle birlikte darmadağın olan Irak’ta bir parça olsun istikrar sağlamak. Faturası ne olursa olsun…
Irak merkezi hükümeti otorite peşinde ve bunu sarsacağını düşündüğü hiçbir girişime sıcak bakmıyor. En başta da Türkiye’nin gölgesine bile tahammülü bulunmuyor.
KDP… Yani Barzani’nin bölgesel yönetimi için ise bu operasyon hem peşmergenin IŞİD’e karşı kırılan onurunu kurtarmak fırsatı hem de epeydir aradığı ABD ile müttefik olma imkanına ulaşmak imkanı sağlıyor. IŞİD’e karşı olmak ABD ile dost olmayı garanti ediyor. Nitekim bu safta olmak PKK/YPG için bile Suriye cephesinde işe yaradı. Şimdi bu dostluğu Musul harekatında da pekiştirmek istemelerinden daha tabii bir şey olamaz! Görüldüğü gibi onlar da bir kez daha askere yazılmış durumdadır.
Türkiye ise bu zor ve sert denklemde elini yüksek tutuyor. Doğrusunu da yapıyor çünkü Musul’da hedeflenen nihai senaryo Ankara’nın bütün tezlerinin hilafınadır.
En önemlisi de Musul halkının geleceği problemi…
MUSUL’U BEKLEYEN TEHLİKE BÜYÜK
Harekatın başladığı saatlerde Barzani’nin “Musul’da hiçbir intikamcı davranışa izin verilmeyecek. Musul, Halep’e dönüşmeyecek... ” demesi yaklaşmakta olan tehlikenin habercisidir. Irak ordusunun da şimdi denklemde olup olmayacağı tartışma konusu olan Şii milislerin de Musul’da hesap soracakları ihtimali yabana atılmamalıdır. Barzani de bunun farkında ama bölgede işe yaradığı düşünülen tek yöntem herkese elinin ağır olduğunu göstermektir. Irak da Sünni nüfusa karşı elinin ağır olduğunu gösterecektir. IŞİD’in yönettiği şehirde yaşamak kaçınılmaz olarak Musul halkına bedel ödetecektir. Kaçış ve göç, operasyonun en tahmin edilebilir sonucudur. Arapların şehri terketmek zorunda kalması kimi rahatsız edecek? Irak’ı mı, ABD’yi mi, hatta Barzani’yi mi?
Mesele sadece Musul’un geleceği de değildir. Ankara’nın taleplerini sıralarken büyük fotoğrafı dikkatten kaçırmayalım…
Suriye’de ABD’nin konjonktürel ya da kalıcı himayesinde bir PYD devletine doğru gidiliyor. Bunun anlamı ülkedeki Kürtlerin devlet sahibi olması değil, PKK’nın devletleşmesi. PKK ise Türkiye’nin en büyük sıkıntısının adıdır.
Aynı süreçte bu örgütün Irak’taki varlığı azalmadı, artmaya devam etti. Yani, Türkiye terörle mücadele başlığı altında müttefik ya da komşularından destek göremediği gibi aleyhte gelişmelerde sıradışı bir artış yaşandı. Üzerine bir de IŞİD terörü eklendi.
Bütün bunlar olurken Irak yönetiminin dünü ve bugünü dostluk potansiyeli göstermiyor. Türkiye’nin sınır güvenliği ve teröre karşı milli güvenliği açısından Suriye ne kadar belirsizlik içeriyorsa Irak o kadar belirlidir ve kesinlikle umut vermemektedir.
TERAZİ ANKARA’NIN ALEYHİNE TARTIYOR
Bu noktada terazinin bir kefesine “Başika kampı ve Musul denkleminde olmak” talebini, ötekine de Irak’tan kaynaklanan güvenlik riskini koyarsanız ikincisi ağır basmaktadır. Türkiye’nin sahada ağırlık koyarak teraziyi hiç olmazsa dengelemek hakkı vardır. Bunu yapmayıp ABD ya da başka bir aktöre güvenmek tabiatı gereği anlamlı değildir. Zira bölgede yapılan, yapanın yanına kar kalmaktadır.
Suriye’de İran, Rusya ve PYD’nin yanına kar kaldığı gibi…
Manzara böyle olunca, Türkiye’nin Musul girişimi de kaçınılmaz olarak müttefiksiz seyretmektedir. Ama şartlar daha başka olsaydı bile, hatta IŞİD’e karşı tek mücadele eden güç Türkiye olsaydı da yine Ankara’ya karşı direnç olacaktı.
Türkiye, kararlı olduğunu ve hevesinin geçici olmadığını göstermeye devam etmelidir. Çünkü, hem Musul meselesi hem de bütün bölgede taşların oturması çok daha uzun zaman alacaktır.
Masada olmaktan daha önemlisi sahada olabilmektir.