Suriye’de toz bulutu indiğinde
Sadece ülkeyi çevreleyen terör ve güvenlik atmosferi değil, bununla yakından ilgili olarak diplomatik süreçler de yaşamakta olduğumuz gerilimi canlı tutmaya namzettir. Suriye’de yapılmakta olan Türkiye’nin bugüne kadar hiç tecrübe etmediği çapta büyük bir girişimdir. Operasyonların çapını büyüten ise aynı anda iki büyük terör örgütünü birden etkilemesi ve elbette Rusya ile olan ilişkilerin alanının genişlemesidir. Bir başka ifadeyle asıl olarak Türkiye için alışılmadık olan şey, bugüne kadar yaptıkları ve yapmadıklarıyla Batılı ittifak düzeni içerisinde seyrederken şimdi bu düzenin rakibi Rusya ile koalisyon halinde bulunmasıdır.
Yaklaşık 5 yıldır en başta ABD ve buna bağlı olarak da Avrupa, Suriye’de gereken adımları atmadı. Onların bıraktığı boşluğu ise önce İran ardından güçlü bir şekilde Rusya doldurdu. Bütün bunlar olurken, ABD buradan yükselen kaygıları giderici bir politika da izlemedi. PYD’nin Kuzey Suriye’de neredeyse bir devlet gücüne ulaşması kaygıların zirvesi oldu.
Ne var ki sadece PYD değil, aynı süreçte IŞİD de Türkiye için bir belaya dönüştü. Sonuçta Ankara, çözümü çok zor bir denklemin ortasında kalakaldı. Fırat Kalkanı operasyonu bu denklemin hiç olmazsa bir satırını çözmek için yapılan hamleydi. Bir kez daha tekrarlayalım; geç kalınmış bir hamleydi üstelik…
RUSYA’YLA İLİŞKİLERİN ANORMAL TEMPOSU
Şimdi elimizde ne var?
Rusya ile son hızla gelişen işbirliği ve diplomatik olarak da Türkiye’yi bağlamakta olan bir ilişki sarmalı. Büyükelçi suikastından sonra bu ilişki, “Adamlara ayıp olmasın” gibi garip bir utangaçlıkla motive edilmeye başladı. Ertesi gün Moskova’da İran’ın da katılımıyla yapılan açıklamada da bu hava seziliyordu. Herkes farkında, ilişkilerin temposu başdöndürücüdür.
Öte yandan Ankara, gitmekte olan ABD yönetiminden kesinlikle memnun değil ve sabırsızlıkla Obama ve ekibinin gidişini beklemekte. Trump’tan ise büyük beklenti var ve Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça yeni başkanın işbaşı yapacağı 20 Ocak tarihinden sonra Washington’la “el ele verebileceğimizi” umduğunu söyledi bile. Buna da kaldı üç hafta…
Avrupa ile Suriye konusunu konuşmak bile vakit kaybı gibi bir şey oldu. Ki, Türkiye bu konuda tamamen haklı. Merkel dışında koskoca kıtayı dert eden lider kalmadı ve O’nun da bırakın Suriye dosyasında risk almasını, mülteci anlaşmasıyla bile başına gelenler ortadadır.
İran’a gelince… Erdoğan ve Türkiye için bir numaralı prestij meselesi olan Esad’ın gitmesi konusunda bariz bir görüş ayrılığı yaşıyoruz. Rusya, İran’a kıyasla o kadar Esad’çı değil ama kabul etmek lazım ki “dün bir bugün iki” Putin’i ikna edip İran’ın değil bizim dediğimizi yapmasını beklemek hayalcilik olur. Zaten hem Moskova hem Tahran’daki hava da kendilerinin değil tam tersine Ankara’nın pozisyon ve politika değiştirmesi beklentisini içeriyor. Nitekim, bu yolda ABD’yi dahi dışlama pahasına ilk adımlar Moskova zirvesinde ve akabinde yapılan Astana planlamasıyla atıldı.
GÜÇLÜ VE ÖZENLİ BİR DİPLOMASİ ZAMANI
Ancak, mesele bununla da bitmiyor. Hatta, Fırat Kalkanı gibi başarılı bir operasyona rağmen masada kazanmak garanti görünmüyor. Biz daha yeniyiz ama unutmayalım; Rusya, İran, hatta Esad rejimi yıllar içinde bu topraklarda onlarca başarılı operasyon yaptılar. Sonuncusu da gözümüzün önünde Halep’in yutulması oldu. Yani, masaya oturulduğunda ellerinde bizimle kıyaslanmayacak kadar askeri kredi bulunuyor.
Hasılı… Şu andan itibaren hassas, güçlü ve bir sonraki adımı iyi planlayan bir diplomatik konsepte ihtiyacımız bulunuyor. Suriye konusunda en güçlü ve isabetli analizleri yapan Galip Dalay’ın dün KARAR’da yayımlanan yazısından aldığım şu paragraf ne demek istediğimi daha iyi anlatacaktır:
“Eğer Moskova metni, Astana görüşmelerine temel teşkil edecekse (ki muhtemelen temel teşkil edecektir) muhalefet ancak buradan çok sınırlı ve kozmetik kazanımlar elde edebilir. Buna ilaveten, Putin, Astana’daki görüşmelere Türkiye, İran ve Rusya’nın dışında rejimin de katılmayı kabul ettiğini duyurdu. Eğer bu gerçekleşirse (Türkiye’den buna henüz bir itiraz gelmedi), bu rejimin meşruiyetini tescil eder.”
Kalıcı güvenlik ve prestij… İkisi birden
zor ama olmazsa tek başına birinin
sağlanması da zor.
ABD ve diğer müttefiklerimize anlatamadığımız PKK ve IŞİD problemimizi Rusya’ya anlatmak da kolay olmayabilir.
Türkiye’nin güvenliği için Suriye’de olması ve derinleşmesi kaçınılmazdır, doğru. Paradoksal bir şekilde askeri derinliğimiz arttıkça güvenlik riskimiz de artabilir. Zira, bir gün toz bulutu iner ve PKK ve IŞİD gözümüzün önünde durmaya devam eder. Tam bu noktada kiminle el sıkışacağımız kadar ertesi gün
risklerini paylaşıp paylaşamayacağımız da önem arzediyor.