Stratejik konum demokratik konum
Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun Katar’a karşı hamlesi gerilemiyor, genişliyor. Ablukaya yeni ülkeler katılıyor ve üç aşağı beş yukarı iyi dilek ve temenniler dışında Katar’ın derdine derman olacak bir girişim de görülmüyor. Krizde en aktif rol üstlenen ülke Kuveyt olduktan sonra varın gerisini düşünün…
Durumun vehametini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dilinden aktaralım: “Hakkında adeta bir idam kararı verilen bir ülke söz konusu…”
Erdoğan devamında, “Suudi Arabistan Kralı, Körfez’in büyüğü olarak bu işi çözmelidir, atılması gereken adımlara öncülük etmelidir diye özellikle düşünüyorum” diyor. Diyor ama malum, sorunu başlatan ablukayı isteyen ve Katar’ın gırtlağına çöken bizatihi Kral’ın kendisi. Erdoğan, bunu bildiğine göre muhtemelen Suudi yönetimine nazikçe, durumlarını bir kez daha gözden geçirmeleri mesajı veriyor.
Hasılı Katar meselesi hem Katar’ın aleyhine, hem de isteklerimizin hilafına gelişiyor.
***
Tıpkı, bir ölçüde himayemiz altında bulunan ve özel ilişkilerle zenginleştirdiğimiz Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin de içinde bulunduğu unsurların hepsinin birden bağımsızlık referandumu için kesin tarih açıklaması gibi. 25 Eylül’de sandığa gidip, bağımsız bir devlet olmayı oylayacaklar. Devlet olarak buna da karşıyız. Özellikle, Kuzey Suriye’de sadece 2 yıl içinde 800 kilometrelik sınırımız boyunca PYD markalı fiili özerk yönetim kurulmasından sonra daha fazla karşıyız gibi görünüyor. Yani bütün “kuzey”ler sorunlu. Irak’ı da Suriye’si de…Onlarda da işler istediğimiz gibi gitmiyor.
En büyük tatsızlık sebebi de bütün ikaz ve itirazlarımıza rağmen ABD yönetimin YPG ile askeri ortaklık kurmasıdır. ABD ile bu bahiste ciddi bir sorunumuz var.
Tıpkı, İncirlik’te kapıyı gösterdiğimiz Almanya ile olduğu gibi.
Maksadımız sorunlu ilişkiler çetelesi çıkarmak değil zaten mevzu herkesin malumu. Yine Erdoğan’ın hem dün yaptığı konuşmadan hem de çeşitli vesilelerle sıklıkla ifade ettiklerinden biliyoruz ki Türkiye için bu sıkıntılı ilişkiler şaşırtıcı da sayılmaz. “Dış güçler”in, “faiz lobisi”nin hedefinde olan, “üzerinde karanlık oyunlar” tezgahlanan bir ülke için dünyayla ilişkilerdeki bu sorunlar anlaşılmaz değildir. Bu görüşler yer yer tartışmaya açıktır ama bunu şimdilik bahs-i diğer kabul ediyoruz.
***
Böyle olduğunu kabul ederek devam edelim. O zaman mesele şu… Dünya ile ilişkileri bu kadar problemli olan ve bütün güçlerin işbirliği halinde kendi üzerine geldiğine inanan bir ülke, içeride gerilim azaltmak ve devletin toplum üzerindeki sempatisini artırmak için hamleler yapmalıdır. Mantık da siyaset de bunu gerektirir. Şartlar, süreçler, hatalar, sevaplar hepsi birden ülkeyi bir noktaya taşımış bulunuyor. Türkiye’nin diplomasideki en büyük sermayesi artık stratejik ve bölgesel konumundan daha çok içeride üreteceği destektir. Bu bölgede bulunmamız IŞİD’e karşı mücadelede YPG’ye tercih edilmemizi garanti etmiyor. Ya da muazzam yakınlığa rağmen Katar’ın sorununu çözemiyoruz. Çünkü o konu başka ilişki ağında yürüyor. Öte yanda, Kürdistan oylamasına da karşı olmamız bir anlam ifade etmiyor, takvim yürüyor. Yahut da bizim için son derece değerli olan İncirlik Üssü, Almanya için olmazsa olmaz görülmüyor.
Şu halde, stratejik konum, jeopolitik güç, askeri kapasite veya tesisler devletin toplam gücünü tarif etmeye yetmiyor. En azından artık yeterli değiller. Böyle durumlarda diplomasinin arkasına iç istikrarı, huzuru, demokrasiyi, barışı ve “gerilimsizliği” koymamız gerekir. Stratejik konum zaman zaman yıpransa da demokratik konum her zaman güçlü olmalıdır.
Onarım işte bunun için gerekiyor… İçeriyi onarmak; mutsuz ve suratı asık kesimleri kazanmak, aidiyetleri azalan kitleleri iyi hissettirmek zamanıdır. Kimsenin adaletten endişe duymadığı bir duygu seviyesi, en büyük stratejik gücümüz olacaktır.