‘Sağcı’ Avrupa çılgınlığına karşı ne yapmalı?
Hollanda hükümetinin Türkiye’ye karşı yaptığı şey, yani bakanımızı konsolosluk binasına sokmamak sadece akıldışı ve despotik bir tavır değil aynı zamanda yüzlerce yıllık devletler ilişkisinin tarihine ihanettir. Kesinlikle bir saçmalık ve Hollanda hükümetinin tahminlerin ötesinde küçük düşünen bir korkaklık hikâyesi olarak kayda geçecektir. Bırakın bizim gibi müttefik bir ülkeyi, herhangi bir ülkenin bakanı o ülkenin konsolosluk kampüsüne nasıl giremez? Böyle bir yasaklamaya karar veren hükümet sadece Türkiye düşmanı değil aynı zamanda soğukkanlılığını da kaybetmiş olmalı.
TELAFİSİ İMKANSIZ HASARIN ARİFESİNDE
Demek kıtayı sarsan sağcı, hatta faşizan rüzgâr bazı başkentlerin elini ayağına dolandıracak seviyeye ulaştı. Öteden beri bu tehlikeye işaret eden hatta dünyanın en büyük demokrasi ve hukuk tehlikesi potansiyelinin bu alanda olduğunu düşünenlerdenim. Daha iktidar olmadan bile iktidarların ayarlarını bozan bir dalgadan söz ediyoruz. Umarız da hiçbir zaman iktidar olamazlar çünkü sadece Trump’ın Beyaz Saray’a oturması bile cesaretlerini artırdı, özgüvenlerini hak etmedikleri bir seviyeye yükseltti. O hak etmedikleri özgüven seviyesi şimdi Avrupa’yı bütün değerleriyle birlikte çatırdatıyor.
Hollanda, Almanya, Fransa ve diğerleri...
Meselenin en can sıkıcı tarafı ise bütün aşırı sağ rüzgârların ve onların karşısında çaresiz kalan merkez siyasal partilerin faturayı kolaylıkla Türkiye’ye ve Erdoğan’a çıkarabilmeleridir. Yani bir kötülük nesnesi, bir düşman ve hatta uzak durulması gereken bir ülke muamelesi görüyor olmamız sahada yapılanlarla kıyaslanamayacak kadar ağır bir tavırdır.
Bazı Avrupa ülkelerinin nefreti ileride telafi edilemez boyutlara ulaşmış durumda. Avrupa kamuoyunun, medyasının ve siyasi partilerin tavrı acımasız ve bu da telafisi imkânsız hasarlar üretiyor.
Hâsılı, Hollanda’da baş gösteren ve ‘Sağcı Avrupa’nın da beklendiği gibi hevesle sahip çıktığı Türkiye boykotu, kalıcı bir problemin fotoğrafını veriyor. Türkiye’deki referandumla ve Avrupa’daki genel seçimlerle sınırlı bir parantezden söz etmiyoruz. Siyasal ve tarihi bir travma için şartlar fazlasıyla oluşmuş durumda.
‘SOĞUKKANLILIK ALARMI’NA İHTİYAÇ VAR
İşleri burada durdurmak için hem Türkiye’nin hem de hâlâ bir miktar sağduyusu olan Avrupa’nın soğukkanlı davranma alarmı vermesi gerekiyor. Soğukkanlılık alarmı…
Türkiye ile Avrupa ilişkileri kesinlikle seçim hesabı yapılacak kadar basit değildir ve bir kez seçim hesabı başlarsa arkası da gelmez. Bu yolun kapanması ve böyle bir geleneğin başlamadan bitmesi lazımdır. Fazla kolaycı ve yıkıcı bir yolun başından dönmek için iki tarafın da makul ve çıkarları hesaba katan bir seviyeyi gözetmesi iyi olacaktır. Biz, Avrupa’nın Hollanda’dan ibaret olmadığını unutmayalım. Amsterdam’daki şaşkın hükümet yüzünden tüm kıtayı karşımıza almak gibi bir lüksümüz bulunmuyor. Buna mukabil Avrupa da Türkiye’nin bir öfkeyle kaybedilmesinin yeniden manevra yapmalarını zorlaştıracağını unutmamalıdır. Şunu da not etmek gerekir ki bütün bu tatsız süreç, esasında, Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinde gösterilen isteksizliğin bir sonucudur. Yani, Avrupa’nın sadece bu nedenle bile Türkiye’ye ödenmemiş borçları vardır.
Madem öteden beri Avrupa’nın bize ihtiyacı olduğunu söylüyoruz, o zaman şimdi bunu gösterelim. Evet, Avrupa’nın bize, bizim de Avrupa’ya ihtiyacımız var… O halde krizi Avrupalı hamlelerle, herkesi şaşırtacak bir diplomatik beceriyle aşmamız gerekiyor. Aşırılar, öfke ve kendilerinin yaptığı gibi çılgınca reaksiyonlar bekliyor. Tam tersine ellerinde kullanacak malzemeleri, ayak sürüyecek bahaneleri kalmamalıdır.
Hollanda’da açılan yolda, ilişkilerde tam anlamıyla kırılma yaşama tehlikesinin büyük olduğunu akıldan çıkarmadan adım atmalıyız. O yola girmeden belki bu son şansı bizatihi kendi politik hamlelerimizle hayata geçirmek, küsmeden oyunda kalmak akıllıca olacaktır.