Ne ihanet ne kurtuluş
Son zamanlarda ne zaman uluslararası ilişkilerden bahis açılacak olsa mesele hemen vatan hainliği/vatanperverlik eksenine oturuyor. Avrupa Birliği bunun en sansasyonel örneğidir. Başlangıç dönemlerinde NATO üyeliği konusu da böyle tartışılırdı. Dünyayla ilişkilerde tercihimiz esasında ne NATO ne de AB müzakereleridir. Türkiye, uluslararası ticaret düzeni ve finans sisteminin bir parçası olmaya karar verdiğinde zaten en büyük adımları atmış oldu. Bu karar da çok basit olarak dış ticaretle zenginleşme, içeride üretim ve istihdam, daha yüksek refah ve toplamda da sistemin bir parçası olmakla güvenlik elde etme amacı taşıyordu. Ne kadar çok ticaret yapılırsa, ne kadar çok karşılıklı ilişki sağlanırsa, çatışma ve gerilim; dolayısıyla da savaş ihtimali azalır.
Bütün ülkelerin kullandığı ve geliştirmek istediği yöntem budur. Ticaret, her alanda ilişkileri güvence altına alan, ülkeleri birbirine mecbur kılan bir araçtır. Gelişmiş demokrasilerden gelişmekte olan demokrasi ve hukuk sistemlerine kadar bütün ülkelerin prensibi budur.
***
Bugünlerde dünyada esen aşırı sağ rüzgarlara rağmen onyıllar boyunca bunda da büyük ölçüde muvaffak olunmuştur.
Zemin böyle olduktan sonra ülkeler daha fazla ticaret daha çok güvenlik ve işbirliği için bu kez çoğu bölgesel merkezle başka arayışlara da girdiler. NAFTA, ASEAN, İİT ve bugünlerde yüksek tansiyonla tartışmakta olduğumuz AB gibi projeler de böyle gelişti. Üyeler arasında ticari avantajlar, gümrük ve üretim standardı kolaylıkları sağlayan ve siyasi olarak da ülkeleri yakınlaştıran projeler hemen hemen dünyanın bütün bölgelerinde hayata geçmiş bulunuyor. Hatta, Trump pek sıcak bakmasa da ABD ile AB’yi devasa bir küresel ticaret örgüt haline getirecek olan transatlantik ticaret anlaşması TTİP’de de sona gelinmiş bulunuyor. Türkiye de bu yeni anlaşmanın bir parçası olmak için çalışıyor. AB üyesi olmamasına rağmen dışarıda kalmamak için çaba gösteriyor. Bu çaba anlamlı çünkü, dışarıda kalırsak büyük bir ticari avantaj ve pazar kaybetme ihtimalimiz bulunuyor.
Hasılı… Uluslararası birlikler ve paktlar ülkelerin tek çaresi değil ama en iyi pazar seçenekleridir. Üyesi olmadığımız AB de Türkiye’nin tek çaresi değil ama eldeki seçenekler arasında en iyi ekonomik ve demokratik işbirliği projesidir. Şimdiden dış ticaretimizin yarısının bu bölgeyle yapılıyor olması da bu seçeneğin gücünü artırmaktadır. Beraberinde siyasi gücümüzü tahkim eden bir perspektif içermektedir. Meselenin zor kısmı da zaten burasıdır.
Sahip olduğumuz nüfus ve dinamizm sayesinde birlik üyesi olmamız birçok AB ülkesini siyasi açıdan kaygılandırmaktadır. 2005 yılından beri hak ettiğimiz adımların atılmaması, fasılların bekletilmesi ve Ankara’nın motivasyonunun düşürülmesi temelde bu yaklaşımın bir sonucudur. Yani, AB öyküsü bugünlerde yaşananlardan ibaret değildir ve Brüksel’in Ankara’ya saymakla bitmeyecek borçları vardır.
***
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de bugünler için cesur sayılabilecek bir analiz yapıyor ve şöyle diyor:
“Avrupa Birliği ile Türkiye, müthiş bir başarı hikayesidir. 160 milyar dolarlık dış ticaret hacmimiz var. Avrupa Birliği Türkiye için birinci ticaret ortağı, Türkiye’de Avrupa Birliği’nin tamamı için beşinci ticaret ortağıdır. 2006 yılında, Gümrük Birliği’nin güncellenmesiyle ilgili bir etki değerlendirmesi analiz çalışması yaptık. Hem Avrupa Birliği bağımsız bir kuruluşla yaptı, hem de Türkiye olarak bağımsız bir kuruluşla biz yaptık. Sonuçlar (iki taraf için de) muhteşemdi biliyor musunuz?”
Bakan, dost ülkeler tanımladığı Avrupa ülkelerinin Cumhurbaşkanı’na yönelik kampanyalarını haklı olarak eleştirdikten ilaveten şunları da söylüyor.
“Dünyanın en azılı terör örgütleri şu anda Türkiye’yi bir yere koymaya çalışıyorlar. Gördüğümüz kadarıyla Türkiye’yi ve dostlarımızı onların koyduğu yere koyduğumuzda ortaya çıkan sonuçtan sadece bu terör örgütleri sevinecek.”
AB ne bir ihanet ne de bir kurtuluş projesidir. Tek ölçü milli çıkarlarımız ve demokratik perspektifimizdir. Kimsenin Türkiye’yi oyuna getiremeyeceği ve kandıramayacağına da inanalım artık.