Güvenli bölge neden acilen gerekli?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son olarak bir konuyu aktif hale getirmesi, bir konuyu da yeniden gündeme taşımasıyla birlikte Suriye konusunda yeni gelişmeler atmosferi oluştu. Erdoğan, Körfez ülkeleri turuna çıkarken askeri politikalarda değişiklik ilan etti ve El Bab operasyonunun ardından da yeni hedeflerin olabileceğini açıkladı. Yani, önce Münbiç, ardından Rakka’ya girme ihtimalini gündeme getirdi. Getirmekle kalmadı bir anlamda askeri olarak bu hatlara yönelme talimatını verdi. Bu talimatın siyasi ve diplomatik boyutu olabilir; yani pazarlık pozisyonunu yukarıdan açmak gibi de yorumlanabilir. Buna karşılık Türkiye’nin istekleri yerine getirilmezse tatbik de edilebilir… Çünkü, dünya için eskiye oranla yatışmış görünen Suriye savaşı Türkiye için hala büyük bir problem olma özelliğini koruyor.
ERDOĞAN’IN ISRARI
Bu bağlamda bir başka önemli faktör yine Cumhurbaşkanı’nın dün Bahreyn’de tekrarladığı güvenli bölge isteğidir. Erdoğan, Körfez ülkelerine, o bölgede yapılması düşünülen inşaatlar için destek çağrısında da bulundu. Türkiye, bunu ısrarla istiyor ve Suriye’de 4-5 bin kilometrekarelik bir alanın çevrilmesini talep ediyor. Bu talebe Ankara’nın en net politikası diyebiliriz.
Haklı ve gerekli bir istek olduğu şüphesizdir. Eğer güvenli bölge oluşursa askeri risk azalacak ve Türkiye’nin omzundaki mülteci yükü de bir miktar rahatlayacaktır. Suriye dosyasında Türkiye’nin elde edebileceği en önemli kazanç, mümkün olduğunca geniş bir güvenli bölge oluşturulmasıdır. Tabiatıyla bu zor bir hedeftir. Nitekim, bizatihi Erdoğan bu konuda eski ABD Başkanı Obama’nın da yeni başkan Trump’ın da ses vermediğini söylüyor. Bununla birlikte Suriye’de konusunda ABD’den daha etkili bir aktör olan Rusya’nın da güvenli bölgeye mesafeli olduğu biliniyor.
Dahası, yeni ABD yönetimin herhangi bir konuda ne yapacağına dair elle tutulur kanaat olmaması bir başka zorluktur. Trump, hayal ettiği gibi Türkiye ile bölgedeki Kürtleri; yani PYD’yi aynı politikalar etrafında birleştirme girişiminde bulunursa bu sadece faydasız bir çaba olmakla kalmaz, Ankara’nın tepkisini de peşinen garanti eder. Öte yandan Rusya, Türkiye’nin El Bab’dan öteye geçmesine itiraz ederse bu da başka bir tepki gerekçesi olacak demektir. Kaldı ki Putin yönetimi PKK ve PYD ile yakın ilişki konusunda geri adım atmak şöyle dursun, sembolik bir değişiklik dahi düşünmemektedir. Bu da Ankara’nın konuşmadığı ama zihninde tuttuğu bir başka tatsız konudur.
HAKLI OLMAK YETMEZ
Görünen o ki terör tehdidi nedeniyle makul gerekçelere sahip olmak veya savaşın mülteci yükünü omuzlamak tek başına Türkiye’yi haklı kılmaya yetmiyor. Hassas, dikkatli ve bütün seçenekleri aynı anda hesaba katan sabırlı bir politikaya ihtiyacımız olacak. Sahada olan olmayan bütün aktörlerden daha fazla acelemiz bulunduğu da bir gerçektir. Acelemiz var çünkü, IŞİD terörünün neredeyse tamamen Türkiye üzerine yıkılma eğilimi güçlenmiştir ve PKK’nın da her zaman tehdit kapasitesi barındırdığı ortadadır. Suriye ve Irak’ta gerileyen ve alan kaybeden IŞİD’in reaksiyon alanı durumundayız.
Güvenli bölge oluşturulması bir anlamda Suriye’de savaşın sonu anlamına da gelmektedir. Kalıcı barış için güçlü bir referanstır. Eğer bunu başarabilirsek diplomatik olarak da bir zafer kazanmış oluruz. Aksi takdirde askeri risk sürecek ve güvenlik problemlerimiz kontrol dışında kalmaya devam edecek demektir.
Bütün ihtimaller, güvenli bölge için baskıya devam etmek ve bütün platformlarda bu modeli anlatmanın en isabetli politika olduğunu göstermektedir.