Gülen’e böyle körü körüne nasıl inandılar?

Senelerdir Gülen hareketini tartışıyoruz, şimdi de 15 Temmuz girişiminden sonra uzunca bir süre o hareketin bir terör örgütü olarak hikayesini konuşacağız. Konuşmalıyız da, zira sadece Fethullahçı Terör Örgütü’nü değil, o hareketin peşinden giden, kendisini o davaya adayan insanların ruh halini çözmeliyiz.

Nasıl oldu da Gülen, bu kadar çok eğitimli, dünya görmüş ve tamamı bu topraklardan çıkmış insanları akıl almaz ve hastalıklı bir hedefe taşıyabildi?

Körü körüne bağlılık, sormayan, eleştirmeyen ve Gülen’in şahsında bulunduğuna inandıkları üstün varlık fikrine nasıl esir olabildiler?

Onbinlerce hayat nasıl bu uğurda heba
olup gitti?

Bu soruların cevabı için mükemmel bir kaynak, etraflıca çalışılmış bir ilmi metin
bulunuyor.

KARAR gazetesi yazarı, ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, FETÖ ana davasına bilirkişi olarak neredeyse kitap hacminde bir çalışma hazırladı. Prof. Dr. Öztürk’ün herkesçe malum bilimsel cesaretiyle bu örgütün din suiistimali ve kapalı yapısı ilk kez bu çapta ve titizlikte kaleme dökülmüş oldu.

Okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Bazı bölümlerini, özetin özeti sayılabilecek şekilde aşağıda aktarıyorum:

“Gülen hareketi gerek karakteristik özellikleri, gerek refleksleri itibarıyla bilindik cemaat yapılanmalarına hiç benzememekte, dolayısıyla bu topraklarda vücut bulan cemaatlerden öte, Hasan Sabbah ve Nizarî-Bâtınî İsmailîlik, Cizvit Tarikatı, Opus Dei gibi yapıları akla getirmektedir.  Genel manada hareketin kendine ilişkin yanılmazlık ve hatadan korunmuşluk algısından da söz etmek gerekir. Yanılmazlık ve hatadan korunmuşluk hususen Fethullah Gülen’e atfedilen bir sıfattır. Denilebilir ki Sünnî teolojide peygamberler, Şiî teolojide imamlar, hareketin teolojisinde ise Fethullah Gülen ismet (günah ve hatadan korunmuş) sıfatıyla muttasıftır…

Kendi varlığını çok mümtaz gören ve yine kendisini sair dinî grup ve cemaatlerden ayrıştırmaya büyük özen gösteren, bu arada kibirden de pek ödün vermeyen Gülen hareketi öncelikle kendi selameti, menfaat ve maslahatı için başka her şeyin feda edilmesini caiz gören bir itikat geliştirmiştir. Öte yandan hedef noktasına kazasız-belasız ulaşmak uğruna hareket mensuplarının özellikle kriz vasatlarında İslâmî ilkelerle pek bağdaşmayan, gerektiğinde dinî-ahlâkî hassasiyetleri askıya alan davranışlar sergilemesi de tecviz edilmiştir...

Hareket bünyesinde Gülen’in sözleri ve fiillerini değil eleştirmek, istifam konusu yapmak bile şakirdin büyük günah sahibi (mürtekib-i kebîre) gibi algılanmasına yol açabilir…

Her ne kadar Gülen’in dilinden din, iman, Allah, kitap gibi kelimeler ve kavramlar hiç düşmese de nihai hedefinin insanları dinî-ahlâkî bilinçlendirmekten çok daha fazla ve sofistike bir şey olduğu, devlet içinde devlet tesis etmeye matuf bulunduğu bellidir. Bu hedefe giden yolda mistik ve melankolik karakterli dinî söylemin işlevi ‘afyon’ denilen uyuşturucudan pek farklı değildir…

Gülen hareketinin güç kazandığı her alanda işgalci gibi davranması, resmi ya da sivil hemen hiçbir alanda kendisinden başkasına nefes aldırmaması ve dindaşlık, vatandaşlık paydasını yok sayması gibi gariplikler de hareketin kendini ‘seçilmiş’ olarak görmesi ve buna bağlı olarak ilahi irade tarafından mutlak hakikatin temsilcisi ve insanlığın kurtarıcısı gibi eşsiz bir misyon yüklendiğini düşünmesiyle ilgilidir…

Gülen’in sevk ve idaresindeki oligarşik yapının tabandaki mensuplara bu tür mesajlar vermesi müthiş bir özgüveni imlemektedir. Bu özgüven ‘seçilmişlik’ vehmiyle açıklanabilir. Bu vehim Kur’an’da bir grup Medineli Yahudinin dilinden aktarılan “nahnü ebnâullâhi ve ehibbâuh” (Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız) şeklindeki iddia ve anlayışa benzetilebilir…

Gülen ‘Tarihi Tekerrürler ve Bir Uzun Temenni’ başlıklı konuşmasında şunları söyler: ‘Bugün olup-biten hâdiseleri, kalb ve ruh rasathanelerinden temaşa edebilenler... kaderî programların kendilerine yüklediği misyonu bütün teferruatıyla temsile çalışmaktalar. Onlar yürüyor, yollar onlara selâm duruyor. Yürüdükleri her yerde aşılmaz gibi görülen engeller onların karşısında secdeye kapanıp dümdüz kesiliyor; kesiliyor ve âdeta bu kutluların ayaklarına yüz sürüyor…’ Bu satırlardan anlaşıldığı kadarıyla, Allah-ü Teâlâ, ulvi bir görevi ifa için Gülen ve camiasını seçmiştir; bu nedenle Gülen ve takipçileri kutludur. Kimse onların önünde duramayacak, hatta onlara boyun eğip yakaracaktır…

Gülen hareketinin genellikle rüya yoluyla Hz. Peygamber’i kendi faaliyetlerini meşrulaştırma aracı kılması istismar, bu istismarın formatı da çağdaş İsrâiliyyâttır. Bu bağlamda İsrâiliyyât kavramı hurafe, masal, efsane gibi kelimeleri de içeren çok geniş bir anlam taşır. Gülen hareketinde mesiyanik bir karakter de mevcuttur.”

YORUMLAR (27)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
27 Yorum