En büyük acıyı en çaresiz olanlar çeker
Adana Aladağ’daki kız yurdunda yaşanan facianın ardından herkesin içinde uyanan infial, isyan ve acıyı tarif etmek imkansızdır. Bir ölüm bu kadar keder verici olabilirdi. Okumak için her şartta yaşamaya rıza gösteren çocukların, bilhassa kız çocuklarının acı sonuna ağıt yakmamak mümkün değildir. Onların son anlarını düşünmek. Neler yaşadıklarını tasavvur etmek ise imkansızdır.
Tasavvuru imkansız bir şey de bazı ailelerin davacı olmamalarıdır. Bazıları davacı ama özellikle yaralı çocukların ailelerinden bazıları konuşmuşlar, tartışmışlar, avukatlar gelmiş ve neticede dava açmamaya karar vermişler.
Böyle durumlarda insanların davadan geri durmalarının nasıl temin edildiğini tahmin etmek güç değildir. Geçmişten beri böylesine yürek burkan birçok örnek vardır. Büyük acılar yaşanır, herkes ayağa kalkar, öfke ve isyan sel gibi akar ama aileler sessiz sedasız davacı olmamayı seçerler.
***
Yine de o çaresiz aileleri suçlamıyorum. Kimse, acz içinde olmadıkça böyle bir kararı veremez. Kimseden de bugün kendi başına gelenleri yarın başkaları yaşamasın diye tavır koymasını bekleyemezsiniz. Ateş düştüğü yeri yakar ve bazen o düştüğü yerde başka bir acıya dönüşür. En büyük acıları çekenler, çoğu kez, en çaresiz olanlardır. Şimdi o anneler, babalar bir büyük acıdan bir başka acıya yelken açmış durumdalar.
Klişe olsa da söyleyelim; suçlu dava açmayan aileler değildir. Onlara kızmayalım, istihza ile de bakmayalım.
Mesele şu ki, 2016 yılında Türkiye’de elemine herkesin ortak olduğu bir vak’ada davanın bir tarafının eksik kalması ortak mesuliyetimizdir. Demek ki dünya değişiyor, ülke değişiyor, bazı standartlar yükseliyor ama bir şeyler bir türlü değişmiyor. Ortak kalitede hala bazı yerler aksıyor.
Tıpkı bir parçası olduğumuz İslam dünyasının ortak acılar konusunda duyarsızlığı ve çaresizliği gibi. Sadece Halep katliamı bile hayata, siyasete, dünyaya dair ne kadar iddiamız varsa hepsini birden yerle bir etmeye yetmektedir. O talihsiz şehirde her gün birden çok Aladağ acısı sessiz sedasız yaşandı, yaşanıyor. Üstelik de hiçbiri sürpriz değil. Bombaların saati, yeri, sesi, gücü, etkisi belli… Son günlerde bir ses yükselmeye başladı, ama bilelim ki bu, Halep harap olduktan sonra çıkan sestir. Hatta her fırsatta eleştirdiğimiz birçok memleketin gösterdiği duyarlılıktan bile çok sonra.
***
Çocuk, kadın, yaşlı, erkek binlerce insan o şehirde sıkıştıkları binaların bodrumlarında, kaçmaya çalıştıkları sokakların köşelerinde çaresizce öldü. Son anda uzanacakları bir yangın merdiveni bile olmadan…
Hasılı... İçimizdeki acizlere karşı duyarlılık noksanlığından her coğrafyaya bir parça pay düşüyor. Bazısı çok, bazısı az. Bazısı Aladağ’da yalnız bıraktığımız insanlara, bazısı Halep’e, bazısı kimbilir hangi bahtsız toprakta seslerini dahi duyuramayan zavallılara.