‘Dün böyle söylemiyordun ama’ demeye gerek var mı?
Seçim öncesi siyaset her zaman ısınır ve icraata yansımayacak bazı sözler, vaatler ve semboller bolca kullanılır. Bunun bir parça dünyanın her yerinde görüldüğünü kabul etmeliyiz. Türkiye’de ise biraz daha fazla olduğunu, çok ileri gidildiğini de…
Siyasetçiler böyle zamanlarda yapabileceklerinden öteye geçerler, yapmak istediklerini veya fikir dünyalarının en geniş sınırlarını ortaya koyarlar. Seçmen de esasında yapılabileceklerle yapılamayacakları ayırarak bir nevi ortalama alarak kararını verir. Yine de her siyasetçi söylediğinden ve söylemediğinden sorumludur ama kendisini bağlayan şey sıra icraata geldiğinde ortaya koyduğu hedeflerdir. Seçim biter ülkenin öncelikli ve acil meseleleri gündeme gelir ve oradan yola devam edilir.
***
Bugün içinde bulunduğumuz nokta budur. Bilhassa dış politika ve ekonomide…
Mesela seçim öncesinde Hollanda ile ilişki diye bir konsepti dile getirenler tavizkâr veya batı kompleksli olmakla itham edilebilirdi. Ya da Almanya ile ilişkilerin düzelmesi için adım atılmasını isteyenler. Yahut da ABD ile ilişki seviyesinin yükseltilmesini talep edenler.
Bugün ise, Hollanda ile yeniden diplomatik ilişki kurulması, Almanya ile ilişkilerin kalitesinin yükseltilmesi yoluna girilmiş bulunuyor. Bunlar kesinlikle isabetli tavırlardır ve Türkiye için de aksi düşünülemez. Sadece ekonominin ihtiyacı olduğu için değil aynı zamanda Türkiye’nin dünya siyaset sahnesindeki rolünün genişlemesi ve imajının güçlenmesi için de gereklidir.
Yani, “Dün böyle diyordunuz bugün gittiniz el sıkıştınız” denilemez. Denilecek olsa bile bu yapılan işin doğruluğunu değiştirmez. Gayet tabii Avrupa ile iyi ilişki kurulacaktır ve kurulan ilişkiler korunacaktır.
Ekonomide de gerçek bundan farklı değildir.
Düne kadar çeşitli kesimlerden, faiz lobisi, derin güçler veya karanlık odaklar gibi kavramlarla piyasa gerçeğini görmezden gelen bir tavır önerilmiş olabilir. Şimdi ise hükümet kanadından piyasa gerçeğine dönüş mesajları veriliyor. Sebebi basit… Cari açığı (döviz) ve bütçe açığı (TL) olan, genç nüfusuna iş sağlayabilmek için her yıl en az yüzde 5 büyümek zorunda olan ve dış borç stoku giderek artmakta olan bir ülkenin dünyadan para bulmak gibi bir zarureti vardır. Parayı bulamazsanız, büyüyemezsiniz, çarkı döndüremezsiniz ve ekonominiz krize girer. Hem yılda 200 milyar dolar civarında para bulmanız hem de bu parayı düşük faizle temin etmeniz gerekiyor. Adına ister faiz lobisi deyin ister karanlık güçler size zorla para vermiyor. Hatta faizi yüksek tutmazsanız vermeye de gönüllü olmuyor. Çünkü aynı durumda dünyada birçok ülke bulunuyor ve onların talebi de bizim gibi artarak devam ediyor.
***
Özetleyecek olursak hem para bulabilmek hem de faizi makul seviyede tutundurabilmek için ülkede finansal ortamın güvenilir olması gerekiyor. Hukuk, demokrasi ve insan hakları burada da işe yarıyor. Öngörülebilir olmak, ne yapacağımız konusunda açık ve dürüst davranmak riskimizi azaltıyor ve dolayısıyla faiz yükümüzü düşürüyor. Yani, faizle de lobiyle de mücadele etmenin yolu kendi işimizi doğru dürüst yapmaktan geçiyor. Bir not da burada ekleyelim. Yıllık dış finansman ihtiyacımızın yüzde 75’den fazlasını da Avrupa menşeli fon ve bankalardan temin ediyoruz.
Netice… Ekonominin hassas ve kritik bir eşikte bulunduğu malum olduğuna göre eğer hükümet kanadından yansıyan perspektif politikalara yansıyacaksa bunun faydası olur. “Bugün yaptığınız dün dediğinizin zıddı” demenin de lüzumu yoktur. Makuliyet kazanırsa ülke de kazanır.