Domates
Bazen milletler kızar, öfkelenir veya hafızalarının baskısıyla restleşmeye meyleder ama neticede dünya her zaman iyi ilişkiler üzerinden yürür. Ülkelerin nüfusu, coğrafyası, ekonomik gücü veya tabii kaynakları az veya çoktur ama dünyayla iyi ilişki çoğu zaman aradaki eşitsizliği gidermek için sınırlı da olsa yol açar. En başta da güvenlik alanını genişletmeye yarar. İlişkiler kötü olsa bile ülkeler bunu ustalıkla korumaya gayret ederler ve iyi ilişki devam ediyor gibi sunmayı tercih ederler.
Dünyada pek çok ülkenin uluslararası ilişkilere, ortaklıklara, paktlara, ortaklıklara ihtiyacı vardır. ABD’nin de Rusya’nın da vardır çünkü güçleri birçok şeye yetse de gereksiz güç kullanmamak ve kaynak harcamamak için statükonun barışçı seyretmesi işlerine gelir. İhtiyaç liginde en başta da Türkiye vardır. Çünkü, bir doğal kaynak zengini değiliz ve öte yandan da yeryüzünün en büyük iki terör örgütüyle aynı anda mücadele halindeyiz. Bunlardan birisi olan PKK ise doğrudan ülkeyi bölmek veya idari yapıyı değiştirmek amacını güdüyor.
Yani refah ve güvenlik üretmek zorundayız ve bunun için de sadece iç kaynaklar yeterli değildir.
Bugün, biraz hamasetle, biraz tarihin şanlı günlerine hasretle, NATO’ya, ABD’ye, AB ile müzakere yoluna rest çekmek kolay görünebilir. Veya bir ülkeye -ki biz sayıyı fazla abarttık- posta koymak hoşumuza gidebilir. Bunları yapıyoruz da…
***
Unutmayalım ki Türkiye uluslararası sistemle ilişki kararını uzun yıllar tartışarak, konuşarak, ihtiyaçlarını ölçerek tartarak vermiştir. Mesela, NATO üyeliği veya AB üyeliği hedefi bir devlet politikası olurken kimse kafamıza silah dayamamıştır. Fayda-maliyet analizimizle bu kararlara vardık.
Bu kararlar sanıldığı gibi “Batılılar bizi yutmak için bekliyordu da kolaylıkla teslim olduk” şeklinde de alınmadı. Uzun ve çetin pazarlıklar, karşılıklı çıkar analizleriyle bir noktaya gelindi. Nitekim, öyle kolay olsaydı 60 yıldır kapısında beklediğimiz Avrupa Birliği’ne çoktan üye olurduk ve şimdi müzakereleri kesecekler mi kesmeyecekler mi diye fal açmak zorunda kalmazdık. Bu kadarı bile, yani müzakere yapıyor olmak ve Gümrük Birliği’ne dahil olmak -tek faktör bu olmamakla birlikte- ekonomiyi ayağa kaldırmaya, kişi başına milli geliri 3 bin Dolar’dan 10 bin Dolar’lara ulaştırmaya yetmiştir.
Bununla birlikte, yine o ilişkiler sayesindedir ki hem ABD hem de AB ülkeleri en büyük terör derdimiz olan PKK’yı terör örgütü listelerine almışlardır. “Aldılar da ne oldu, hala PKK’ya destek veriyorlar” diyenler olacaktır. O zaman, PKK’nın Avrupa ve ABD’nin terör listesinden çıkarıldığını düşünmelerinde ve meselenin bu durumda nereye varacağını tahmin etmelerinde fayda vardır.
***
Türkiye’nin Avrupa’daki gücü diğer stratejik avantajlarının yanında bir İslam ülkesi olması, İslam dünyasındaki gücü de AB ile müzakere halinde olan bir ülke olmasındadır. İki kanatta da kendisini “farklı” ve “özel” kılan bu avantajını ustalıkla yönettiği takdirde karlı çıkacaktır. Şimdilerde üzeri küllenmiş olsa da demokrasiyle idare olunan bir İslam ülkesi olma markasının imkanlarını kullanmak ve gücümüzü artırmak; tecrübelerimizle sabit, en garantili yoldur.
Öte yandan bir ittifakta güç kaybetmek başka kapıları da ardına kadar açmaz. Bugün Avrupa ile yaşadığımız sorunlardan sonra yakınlaşmaya çalıştığımız Rusya’nın bize gösterdiği hiç de saygılı olmayan muamele de bunu gösteriyor. Rusların bizden alabilecekleri herşeyi çantaya koyduktan sonra domatesimize bile ambargo koyan tavrı, Avrupa ve ABD ile tatsız giden ilişkilerimizin bir sonucudur. Kendimizi seçeneksizliğe zorlayan anlaşılmaz bir halimiz var ve bunu herkes görüyor. Böyle olduğu için de feveranımıza rağmen PYD Kuzey Suriye’de aldı yürüyor…
Hasılı… İyi ilişki, bir ülkenin doğal sermayesidir. Sebeplerini uzun uzun tartışacak değiliz ama uzun süredir bu sermayeden istifade edemiyoruz. Arkasında durulamayacak ve alternatifi olmayan restleri fazla sevmeye başladık.
Elde kalan sermayeyi sakin bir politikayla ve muhakkak ustalıklı diplomasiyle işlemek ve geliştirmek şarttır.