Avrupa Birliği Türkiye için neden gerekli?
Şu sıralarda tartıştığımız, hatta karara bağlamak üzere olduğumuz konuların tamamı Türkiye’nin uluslararası pozisyonuyla yakından ilgidir. Hatta bazı yorumların tartışmayı alıp götürdüğü yere bakacak olursak, Avrupa Birliği bağlamında bütünüyle Batı dünyasıyla ilişkiler masaya yatıyor.
Öncelikle belirtelim ki Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin epeydir ulaştığı tatsız seviyenin sorumlusu sadece Ankara değildir. Müzakere kararının alınmasından sonra birçoğu AB prensipleriyle bağdaşmayan sınırlamalar, fasılların açılmasına karşı Kıbrıs Rum Kesimi ve Fransa vetoları gibi engeller ilişkilerin kimyasını bozmuştur. Buna ilaveten neredeyse birçok ülkenin her düzeyde temsilcilerinin Türkiye’ye karşı antipatik sözleri; kamuoyunu sürecin dışına doğru sürüklemiştir. AB’ye desteği azaltmış ve bu ilişkinin tek taraflı karakterini taşınamaz hale getirmiştir. Müzakere kararını alan lider kadrosunun öncüleri olan Chirac, Blair ve Schröder kuşağının siyasi denklemden çekilmesiyle sürecin protein değeri hızla düşmüştür. Avrupa içinde Türkiye’nin önemini takdir edecek vizyon hızla zayıflamıştır.
Bununla birlikte Türkiye de sürecin tabiatına aykırı adımlar atmıştır. Brüksel’in isteksizliği Ankara’ya da yansımıştır. Neticede geldiğimiz nokta ortadadır. Yine de AB adaylığı sürecinde terazinin bizim çıkarlarımıza hizmet eden kefesi hep ağır bastı. Ekonomi güçlendi, hayatın her alanında standartlar gelişti.
***
Şimdi idam cezasının geri getirilmesini tartışıyoruz. Tartışmanın ötesinde hazırlıkları başlatmış bulunuyoruz. Sadece bu kararın bile Türkiye ile AB ilişkilerini durduracağı aşikardır. Bunu sadece AB sözcülerinin açıklamaları değil, hükümet yetkililerinin sözleri de teyid ediyor. Beraberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın Avrupa kaynaklı çifte standartlı tutumlara reaksiyonu ortadadır. Hasılı idam, zaten pamuk ipliğine bağlı ilişkileri koparmak için bulunmaz bir bahane olacaktır.
Türkiye bunu umursamadan idamı geri getirebilir. Zaten üyesi olmadığımız AB ile müzakere çerçevesine sıkışan ilişkileri de bir kenara bırakabilir. Belli ki, sadece müzakerelerin bitmesi değil bütünüyle Avrupa ile sorun yaşama potansiyeli vardır. Bu da göze alınabilir…
Neticede AB ile ilişkilerin temel dinamiği ekonomik imkanları, yani refahı artırmak, demokrasi ve hukuk standartlarında çıpaya bağlı olmak ve henüz çok gelişmemiş olan ittifakın ürettiği ortak güvenlik atmosferinden yararlanmaktır. Refah, demokrasi ve güvenlik…
***
Dış ticaret ve yabancı sermaye hacmi gibi makro rakamlar, ekonomik ilişkilerimizin bu süreçten istifade ettiğini gösteriyor. AB sürecinin demokratik standartlara kalite kattığı da ortadadır. Güvenlik için aynı şeyi ilk ikisi kadar söylemek mümkün değil; zira AB’nin de güçlü bir dış politika aktörü olamamak gibi bir problemi bulunuyor.
Yine de eksik fazla demeden AB’nin vazgeçilmez olmadığını söyleyebiliriz. Ekonomide ve demokratik hayatta yerine ikame edici unsurlar konulduğunda AB Türkiye için olmazsa olmaz değildir. Daha geniş bir dış ticaret pazarı bulduğumuzda ve daha aktif bir dış sermaye hattına dahil olduğumuzda pekala mümkündür.
Zaten Avrupa’da da buna istekli olanların sayısı az sayılmaz. Ama mesele bizim neye ihtiyacımız olduğu ve bunu nasıl temin edeceğimizdir. Bu önemli konuyu hak ettiği kadar düşünelim. Soğukkanlılıkla ihtiyaçlarımıza, geleceğimize ve seçeneklerimize bakalım. Sadece bugün içinden geçtiğimiz parantezden ibaret olmadığımızı unutmayalım.