Asırlara hükmeden vesayet faslı 15 Temmuz’da kapandı
Bir vadede geriye dönüp bakıldığında 15 Temmuz’la ilgili en billurlaşmış resmin askeri vesayetin bitişi olduğu görülecektir. 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın değil, tarihi olarak askerin siyaset üzerindeki bitmek tükenmek bilmeyen gücünün sonlanmasıdır.
Hangi tarih?
Sultan Abdulülaziz’i tahttan indiren 30 Mayıs 1876 Hüseyin Avni Paşa darbesi veya daha eskilere, Yeniçeriler’in imparatorluğun en muhteşem dönemlerinde bile mesela Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatının hemen sonrasında rejim üzerindeki uzun gölgesine kadar gitmek mümkündür. Osmanlı, bilhassa son dönemleri kısa periyodlarla askeri vesayet tarihi sayılabilir. Ki, imparatorluktan cumhuriyete kalan en güçlü miras da bu genel olarak halaskaran-ı zabitan tabir edilebilecek askerin devlet idaresi arzusu ve bu arzuyu bir hak olarak görme pratiğidir.
Dolayısıyla şimdi, sadece Cumhuriyet dönemi darbeleri ve o darbelerin zeminindeki kesintisiz asker ağırlığı sonlanmış; değil bir gelenek, tarihi şekillendiren bir anlayış bitmiştir.
15 Temmuz son darbe girişimidir. 16 Temmuz ise askerin sistem üzerindeki ağırlığının olmadığı ilk sabaha uyanışıdır.
AK Parti yıllarında askerin ağırlığı adım adım ve yavaş yavaş azaltılmıştı. Doğru ve geçerli olanın sivil irade, yani demokrasi olduğu fikri kurumsallaşmaya başlamıştı. Birçok önemli adım atılmıştı ve zihinlerde bir daha darbe yapılamayacağı kanaati pekişmişti. Yalnızca sokakta değil, siyasal elitlerde bile bu kanaat güçlüydü. Görüldü ki, zamana yayılan düzenlemeler, ordu içindeki bir cuntanın darbeye teşebbüsüne yine de mani olamadı.
Bu noktada, Erdoğan’ın en büyük icraatının milli irade fikrini, seçmek ve seçilmek denkleminin sistemin kalbine yerleştirmesi olduğunu hatırlatalım. 15 Temmuz’da insanların önceki darbelerde görülmeyen şekilde sokağa dökülmesi ve tankların üzerine çıkması kesinlikle bu fikrin toplum tarafından kabulü ve benimsenmesi sayesindedir.
Toplum biliyor ki Türkiye’nin yolu kendi kararlarıyla çizilecektir. Bu da hiçbir surette askeri veyahut da benzeri bir vesayet aracılığıyla olmayacaktır.
Erdoğan’ın en önemli ikinci icraatı da müteakiben, kurum olarak askerin siyasete uzanan gücünü kırması ve tedrisatından terfiine hatta sevk ve idaresine kadar ordunun sivil iradeye dayandırılmasını sağlamak olmuştur. Doğru zamanda, doğru hamleler hızla yapılmıştır. Darbeye teşebbüs eden asker ve buna mani olanın sivil siyaset olduğu aşikar olduğuna göre tabiatı gereği kuralları sivil olan koyacaktı. Erdoğan da bunu yapmıştır. Hem siyasal güç oyunu hem de demokrasinin gereği bunu zaruri kılmaktadır.
O uğursuz gecenin nihayetinde Türkiye, en az birkaç asırdır maruz kalmakta olduğu askeri vesayetten kurtulmuştur. Yapılanlarda eksik, fazla, yanlış doğru var mıdır? Vardır mutlaka ve zamanla o ayarların yapılması zarureti de olacaktır. Sistemin ince ayarları için çok uzun zamana ihtiyaç duyulacaktır. Sistemin harcına daha fazla demokrasi ve hukukun karılması gerekecektir.
Ancak, bilelim ki kelimenin tam manasıyla kan ve can pahasına kazanılmış; tarih boyunca ve bilhassa 27 Mayıs’tan itibaren defalarca bedeli ödenerek kazanılmış, hak edilmiş bir demokrasi zemini üzerinde durmaktayız. Vesayetin gidişi, neredeyse gelişi kadar zaman almış ve giderken de geldiği gibi arkada şehitler bırakmıştır.
Milli irade ve vesayetsiz bir rejim işte böyle meşakkatli bir tecrübe ve böyle kıymetli bir kazançtır.