Ah Erol, vah Mustafa… Ah bu ülkenin şehadete koşan çocukları
Mustafa Cambaz kardeşimdi. Kardeşten öteydi desem, anlatamam. Belki şöyle anlatırım… Babamı toprağa verdiğimizde, iki üç hafta önce sözleşmiştik. Hangimiz önce ölürse, öteki onun cenazesini kaldıracaktı.
O gecenin akşamında... Uğursuzların kan dökmeye çıktığı gece kararmaya başlamadan birkaç saat önce aramıştı. Ne yapıyorsun, neredesin derken biraz oturalım sohbet edelim. Tamam. Bundan daha iyi haber olur mu Mustafa Cambaz’la sohbet edeceğim. Güleceğim, keyifleneceğim, gerçek bir dostun asla doyamadığım ışığıyla bir daha aydınlanacağım. Peki o? O zaten hep gülüyor, hep mutluluk saçıyor. Dünyanın bitmez tükenmez telaşı, sanki hepsini çözeceğiz zannettiğimiz dertleri bizim dilimizde. Mustafa’nın fotoğraf makinası var. Mustafa’nın camileri, çeşmeleri, tarihi eserleri var. Kedileri var... Mustafa’nın dağ gibi oğlu Alparslan’ı var, eşi Semra’sı var... Mustafa’nın eksiksiz hepsi onu seven tanıdık tanımadık, bildik bilmedik dostları var. Şehitlik musallasında yatarken bile tebessüm eden yüzü var Mustafa’nın.
İşte o akşam böyle güzel bir adamla oturacaktım. O, her zamanki yerinde Çengelköy’de. Yanında ya öteki kardeşimiz Mehmet Şeker vardır ya Hikmet Gök. Ya da ikisi birden. 11:00’de tamam mı, tamam. Sabırsız, saat 10:00’a doğru arıyor, “Hadi ne yapıyoruz?” Ne mi yapıyoruz? “Mustafa, asker köprüyü tutmuş. Şimdi ben de kılpayı geçtim” diyorum. Köprüyü tutmuşlar. Birkaç saat sonra Erol’u ve oğlunu ve başka Erolları, başka oğulları şehit vereceğimiz köprüyü tutmuşlar. “Oralarda sıkıntı var, sahil yolu da tutulmuş aman dikkat et” diyorum. Haberi yok. Öyle mi, diyor. Öyle. Sonra eve çıkıyor, haberlere bakıyor, yemeğini yiyor. Saat 01:00 civarı.
Televizyonlar Mustafa’nın ruhundaki, vicdanındaki, kalbindeki isyanı, haksızlığa boyun eğmeyen kahramanlığı uyandıracak ne kadar haber varsa anlatıyor. Darbe varmış... Darbe, öyle mi? Hayatı boyunca neferi olduğu davaya karşı, millete karşı, devlete karşı darbe demek. Duramaz, durmadı. Evinin birkaç sokak aşağısında karşı karşıya mevzilenen darbecilerle polisin çatışmasına koştu. Yeri belli... Yeri, zalimin, darbecinin, uğursuzun tam karşısı. Yeri, birkaç dakika sonra şehit olacağı yer. Orada, her gün gelip geçtiğim caddede geride unutulmaz bir kederi miras bırakarak yere düştü Mustafa; bir daha da kalkamadı.
Sonrasını anlatmayayım. Alparslan’ın aramasını, Semra’nın gözyaşlarını. Benim ilk telefon cevapsız kaldığında yüreğime ateş düşmüş halde “Sakin olun, şimdi çıkar bir yerden” sayıklamalarımı. Umutsuzca Altunizade’den Kısıklı’ya, oradan da Çengel’e gitme çabalarını. Sabahlara kadar susmayan silah seslerini… Anlatmayayım. Olan olmuştu.
Anlatmayayım çünkü olan daha olmamıştı. Tam o sırada Hasan aradı. Ne var Hasan? “Abi, Erol Olçak ve oğlu köprüde vurulmuş diyorlar...” Kim diyor? Ertuğrul diyor. Fındık. Haydarpaşa Numune’ye kaldırmışlar diyorlar. Hasan o sırada hastaneye daha yakın. Koş Hasan, git Hasan. Bak bakalım Erol orada mı, oğlu orada mı? Dakikalar, saatler yıl gibi geçiyor. Kara haberler yağıyor. Evet, Erol orada, Abdullah orada.
Mustafa? Mustafa hiçbir yerde yok. Bir umut o zaman. Yok ama, bir umut yok. Mustafa da kendisi gibi şehit olan 10 Çengelköylü’yle birlikte Ümraniye Hastanesi’nde yatıyor. Hikmet gitmiş, görmüş. Mustafa da şehit olmuş.
Erol şehit olmuş, oğlu şehit olmuş... Köprüde vurulmuşlar. Mustafa şehit olmuş, çok sevdiği Çengelköy yoluna düşmüş… Mustafa’nın ağabeyi de İlhan da belediyenin orada vurulmuş, şehit düşmüş. Ey Allahım, ey Rabbim…
Mustafa’sız olmaz, olamaz... Ya Erol’suz ne yapacağız? Kim bizimle sabahlara kadar sohbet edecek, kim güldürecek, kim kızacak, kim bağıracak, kim “Nerdesiniz, geliyorum” diyecek? Abdullah Tayyip... İki kardeşiyle birlikte sünnetinde koşturan Abdullah. Büyümüş de bizim için şehit olmuş. Büyümüş de babasının yanında vurulmuş, yere uzanmış.
15 Temmuz lanetliydi, acıydı, kanlıydı, kederliydi… Geçti. Evet geçti… Deldi geçti, yaktı geçti. Mustafalar, Erollar, Abdullahlar, İlhanlar... Davanın ilk gününde kim var idiyse, dava çağırdığı gün de onlar vardı. Arkalarına bakmadan, çıkarcılar, gösterişçiler nerede diye düşünmeden yine onlar ölüme koştular. Allah rahmet eylesin. Ruhları şad olsun.