Yerel kültürel programlara paldır kültür erişim
Evet, yerli otomobil lansmanı dün yapıldı ve hemen herkesin söyleyeceği bir şey var ama bugün bir süre önce geniş katılımlı bir atölye çalışmasında üzerinde durduğumuz yerel yönetimler ve kültür bağlamında paldır kültür bir şeyler söylemek istiyorum. O halde buyrun.
Herhangi bir mahall’in bir kültürü ve bu kültürün formları varsa, o mahallede (sınırlı, yerel, siyasî, idarî, coğrafî alan) yaşayan insanların o kültürün bir biçimde içine doğduğunu, orada yaşadığını ve o kültürle temas içinde olduğunu varsayabiliriz.
Toplumsal ve siyasî pratiklerin geldiği noktada, yöneten/yönetilen etkileşimi, her iki tarafın da birbirine eşit, ya da baskın olanın idare olduğu bir anlayıştan en azından düşünsel planda çıkmış gibi gözükmektedir.
Yerel idarelerin merkezî idarenin karar alma mekanizmaları karşısında yükselmesi gerekliliği fikri uzun süredir revaçta olan, benimsenen bir tutumdur. STK’lara yüklenen yeni anlam ve işlevler de bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Merkezî veya yerel idarenin karar alma, politika oluşturmalarına katılım süreci ve sorunlarının dışında; bir bireyin içinde bulunduğu mahallin kültürüne katılması (aile, din, dil, gelenekler vs dışında) o mahaldeki yerel idare tarafından sunulan kültür hizmetlerine erişebilmesi bağlamında bazı küçük çerçeveler çizilmesi gerekiyor:
1. Yerel idarenin bir kültür programı var mı ve bu program o mahallin kültürel kodlarıyla, ihtiyaçlarıyla uyumlu mu? Bu programın oluşumu esnasında o mahallin sâkinleri sürece dâhil olabiliyor mu? Yoksa sadece program açıklandığında mı haberdar oluyorlar?
2. Hazırlanan yerel kültürel program, ulusal ya da evrensel kültürel paradigmalarla uyum içinde mi/ böyle bir uyum ilkesini gözetmek zorunda mı?
3. Bölgede yaşayan insanların farklı sosyal kategorilerdeki (engelli, yaşlı, çocuk, kadın, genç, değişik siyasal ve inanç grupları vs) dağılımının analizi yapılıyor ve program hazırlanırken, çıkan sonuçlar değerlendiriliyor mu?
4. Sunulan kültürel hizmetlerin başarı veya başarısızlık kriterleri nedir, ne olmalıdır? Yalnızca sayısal yaklaşımlar ve gişe başarısı mı, yoksa katılımcılar üzerindeki iz ve etkiler mi öne çıkıyor?
5. Yerel izleyici/katılımcı sunulan kültürel programları yeterli bulmuyor veya herhangi bir sebeple rahatsız oluyorsa, bu tutumunu belirtebiliyor mu? Yerel yönetimler bu tutumu dikkate alacak ve gereğini yapacak açık kanallara sahip midir?
6. Bir imkân ve katılım pratiğini genişletme yolu olarak, yerel kişi ya da inisiyatiflerin kendi özel kültürel programlarını uygulamak istediklerinde, yerel yönetimin bu isteklere bakışı ve sunacağı imkânlar bagajı nedir?
7. Ekstrem bir durum olarak, herhangi bir kültürel programın uygulanması hem bir zaruret olarak beliriyor, hem de bir çatışma ortamı doğuruyorsa, yerel yönetimler bu durumda nasıl bir yol izlemeyi öngörmektedir?
8. Kültürel sezonların bitiminde bir bütün olarak izleyici/katılımcı/kültürel etkinlik ilişkilerinin çok boyutlu bir analizi yapılıyor ve buradan çıkacak sonuçlar, yeni sezonun programları hazırlanırken oraya yansıyor mu?
9. Kültürel programların içeriği kadar maddî şartlarının da (fizik mekan şartları, bütçe, katılım ücreti vs) yerel olanla uyumlu olması gözetiliyor mu?
10. Yerel yönetimin uygulamaya çalıştığı ve zarurî bulduğu kültürel çalışmalar için yeterli maddî kaynağı yoksa, üst yerel yönetim (Büyükşehir) veya merkezî idare ile (bütçe anlamında) nesnel iletişim kanalları açık mıdır?
Bu küçük soru çerçevelerini daha da uzatmak elbette mümkün.
Fakat, bir süre önce küçük bir köye dönüştüğü söylenen dünyamızın üzerinden yıllar geçince, şimdi başka bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu da biliyoruz; artık atomize kültürler dönemindeyiz.
Şimdi herkes, elindeki bir akıllı telefon ya da bilgisayar aracılığıyla kendi(!) dünyasına dalıp saatler geçirmekte ve çoğu zaman ‘kültürel’ ihtiyaçlarını da ( film, müzik, sosyal medya, eğlence vs) bu dijital platformlardan ‘devşirmektedir.)
Böylesine konforlu ve maliyetsiz (!) bir dünyada, bir yerel veya merkezî idarenin de eğer kültür diye bir derdi varsa, elbette işi zor.
Anlamın, geleceğin, toplumsal paradigmaların siyasî ve coğrafî olarak parçalandığı bir dünyada; geleneğin, kültürün konuşulabilmesi bile bir lüks olarak görülebilir. Ama bir paradoks gibi gözükse de ‘yerel’ olan, orada yaşayan insan için çoğu zaman merkezin ta kendisi. Ve orada yapıp-yapamadıkları hayatının da bir özeti gibi. Hayatının, yani kültürü de içinde olmak üzere hemen her şeyin.
Yerel olan bir ada, ama denizde değil karada bir ada.
Yani hem ayrı bir konumda, hem bütünün parçası.
Böyle olunca hem etkileme gücüne, hem de etkilenme ‘zaafına’ açık.
Dolayısıyla yereldeki kültürel programlara katılımcı profilinin niteliği, yalnızca yereli belirlemekle kalmaz, oradan merkeze ve merkezlere doğru bir bakışı, duruşu, imkân ya da imkânsızlığı da işaret eder.
Bir metafor olarak giydiğimiz elbiselerin, çamaşırların katmanlarını düşünebilir miyiz? Sizce bunların hangisi yerel, hangisi özel, hangisi genel ve daha önemlisi; hangisi daha değerli?
Kültür, her şeyden geriye kalandır. Hâlen yaşayanlar içine doğdukları o ‘kalan’a bakarak bir şey hissederler, ona bir şey ekler, onu korur veya değiştirir ve onların yapıp ettiklerinden de bir şey ‘kalır’.
Yerel yönetimlerin ‘kalan, yaşayan ve kalacak olan’la münasebeti nedir? Sanırım soru biraz da budur.
Harabesi bile müşfik
Süleymaniye’nin ara sokaklarından Küçük Pazar’a doğru ilerlerken gördüm onu. Orta büyüklükte hoş, boş ve metruk bir bina idi.
Mimarî üslubundan yapıldığı dönemi kestirmek zor olmasa da asıl ilgimi çeken şey, bu metruk binanın bir köşesinde yer alan kuş evi oldu. Bina ile aynı mimarî üslupta inşâ edilen kuş evi (sarayı) bir zamanların şehirdeki hayvanata bakış yüksekliğini vermesi bakımından da zarif bir gösterge idi.
Yani o eski dönemin harabesi bile müşfik bir atmosferi yaymayı sürdürüyordu diyelim ve Eminönü’ne doğru ilerleyelim Hafız Burhan Bey...