Toplumsal halı bombardımanı
Şairin dediği gibi “Kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok” ama tek sorun bu değil.
Herkesin uykusunun fesleğen kokması için bütün tedbirleri alsanız bile başka şeyler var.
Güdümlü öfke veya sevgi şovları böyle mesela.
Durup dururken iki satırlık bir cümle, bir fotoğraf! Ve sonra ölümüne bir akış. Havada uçuşan ve birbirine çok benzer tınılarda cümleler, tepkiler, tehditler, histerik çığlıklar… Konunun içeriği hangi boyutta, hangi duygusal veya hukuksal psikopati içeren sapmalar gerçekleştirmişse, ondan milyon defa daha güçlü, daha sarsıcı anonim bir tepki sosyopatlığı şak diye devreye giriyor.
Engellenemiyor.
Olayın boyutları 5 dakika sonra ortaya çıksa ve mesela olayın tamamen kötüniyetli bir kurgu olduğu ispatlanmış bile olsa, o kötücül zekâ oraya akmış, göllenmiş, kurbanlarını yutmuş bir leş olarak varlık ve mevzi kazanmış oluyor.
Sosyal medyada halı bombardımanı diyorum buna.
Kötülüğün örgütlü gücünün bitmek bilmeyen saldırı ve büyüme refleksi. Bu devamlı yapıldığı için ‘normalleşecek’ ve bu ağır şiddete alışacak mıyız?
Sevgi görünümlü/soslu abukluk ve koflukların da akışı ve sonuçları çok farklı değil.
Gerçek bir acı ya da sevinci derinlemesine yaşamanız nerdeyse imkânsız. Buna müsaade edilmez. Abartılı bir şovun içinde bulursunuz kendinizi, ama sahneyi terketmeniz için ıslıklar da çoktan başlamıştır. Sıradaki, sıradaki! Bekleme yapmayınız!
Böyle.
Hemen her tür medya şov alanıdır ve kendiniz olarak kalmanıza, ne kadar kendiniz olabileceğinize siz karar vermezsiniz. Kendi ‘farklılığınız’ –o neyse- cetvelle çizilir ve içini dünya ve şeylerle her gün doldururken görürsünüz kendinizi. Artık medyatikleşmiş toplumların durumu belki daha da acıtıcı biçimde ve daha kaba mantıklarla şekillendirilmiş olarak ayrıca böyle.
Ama işte onlar da ne kadar özgün, hümanist, şey hakları savunucusu filan olduklarının haykıra haykıra bir şeyler yaparlar: Halı bombardımanı. Aşağıda kimlerin neye dönüştüğüyle hiç kimse ilgilenmez. Vietnam Savaşı sırasında onlara yardım ediyorlar gerekçesiyle yüzbinlerce zavallı Kamboçya köylüsünü, sivil insanları yeryüzünden silen ABD’nin ilk halı bombası uygulamasını kimse anmaz. Ama oradayken, oradakiler andılar ve bana da anlattılar.
Ne? Böyle işte. Yoğun şiddetli dakikalar ve sonra her yerde silinemeyen ceset izleri. Böyle. Medya. Sosyal.
Sosyal medya yıkılıyor, şok, şu, bu… Sadece siz yıkılırsınız bayım. İlgili işaret fişekleri atılmamışsa ne gerçek bir kedere, ne gercek bir sevince katılamazsınız. Ulaşamazsınız bile. İyi coşkular.
Yeni biçim ilahiyatçı cedeloşluğu
Ekranlardaki ilahiyat tartışmaları oldukça tuhaf noktalara geldi. Bunun böyle olacağının hiç düşünülmediğini zannetmiyorum.
Önceleri diyelim ki ego etrafında dönen ahkâm kesmeler, malûmatfuruşluk gibi bilinen arızalar gitgide derece atladı. Edinilmiş kitle ile bir amigo havasıyla savlar ve karşı savlar ekranlarda uçuşmaya başladı.
Rayting ve başka hesaplarla birlikte işin dozajının yükseldiğini gördük. Artık biribirlerini alenen cehenneme göndermekte beis görmeyen bir raddeye geldik.
“Sen bu görüşünle direkt cehennem-i zümerâya! Ebedî ebedî!”
“Asıl sen şu yorumunla oraya çoktan varmayı haketmiştin ama câhil olduğun için anlamamışsın.”
“Tarihselcilik şeydir, bu yüzden sen de şeysin.”
“Asıl böyle gelenekselcilik şeydir…”
Ama işte rayting kanalları nasıl ulaşıyorsa bir ilahiyatçı tarafından cehenneme gönderilmiş diğer ilahiyatçıyı buluyor, cayır cayır yandığı düşünülen adamı yine bağıra bağıra konuşurken görüyorduk. O kadar çok ilahiyatçı cehennneme gönderildi ki ortada bir şey sorulacak rey sahibi hoca kalmayacak endişesi doğdu.
Nevzuhur cedel hocaları cedeloşluk yapmayı seviyor, bu yolda mağlup olmayı bile bir galibiyet addetme tarikinin müntesibi olmayı seçmiş olabilirler. Ama şey, gerçekten usulden uzaklaştıkça bu işlerin tehlikeli biçimde tadı kaçmıyor mu?